Edebiyat hiç şüphesiz okurun ruhuna dokunmak ister. Anlatı biraz da bundan beslenir. Kurgu olduğunu bile bile yolculuk yaptığımız yazınsal eserlere kendimizi kaptırmamız da bunun nedeni değil midir zaten. Gerçeğe uzak gibi olsalar da aslında hayatın içindeki gerçekliğin izlerinden beslenmezler mi? “Kurgu, belirli bireyleri dramatize eder; aslında propaganda ya da tebliğ etme niyetinde değildir. Ciddi kurgu, benzersiz, bireysel karakterler sunar. Ne ‘iyi’ ne de ‘kötü’ – hayat o kadar basit değildir ve sanat, yaşamı temel gizeminde yansıtır.” diyor Joyce Carol Oates.
“Kendine özgü bir kadın noir’ı (kara kurgu) var mı? Bazılarının iddia ettiği gibi özellikle de erkeklerin seslerinden farklı kadınlara özgü bir ses var mı?” sorusunu da Bıçak Sırtı adlı kitabın önsözünde soruyor. 2019’da yayımlanan editörlüğünü yaptığı dünyanın önde gelen kadın yazarlarının suç ve gizem öykülerinden oluşan bir derleme çalışması. Erkek egemen anlayışa karşı kadın yazarların farklı seslerinin bir araya geldiği bu seçki aynı zamanda kara kurgu olarak erkek yazarlara; biz de bu yazınsal türde varız mesajı veriyor. “Kadın gerçekten de suçlu olabilir – şoke edici, pişman olmayan, tövbe etmeyen – aslında ‘kadınsı olmayan’ olabilir. Elbette kahraman da olabilir. Erkeklerde olduğu gibi kadınlar için de ‘kahramanlığı’ bir değer olarak geri kazandırmak gerek.” diyor Oates.“Eski günlerde, bütün kurt adamlar erkekti.” diyen Margaret Atwood’un şiirleriyle katkı sağladığı kitap,geleneksel erkek egemen anlayışına karşı feminist bir yaklaşımla örülen tam bir kara mizah çalışması.
Üç kısımdan oluşan ve on beş öykünün yer aldığı kitapta; katiller, şiddet bağımlıları, ırkçılık, katilin içindeki kötülüğü tetikleyen kadın tipleri, istismara, şiddete uğrayan kadınlar, kız çocukları yani yaşamın tüm kötü yüzü ve dramı var. Birbirinden bağımsız ve farklı kadın seslerine ait, her biri bir solukta okunan öyküler, farklı kitabın sayfalarında yolculuk yaparmış hissini taşımamıza neden oluyor. Öykülerdeki tüm kadınlar aslında yalnızlarve bıçak kemiğe dayanıncaya kadar katlanma halindeler. Sonra birden çıldırma noktasına geliyorlar. Kara figüre dönüştüklerinde bile her zaman aynı erkek çerçevesiyle yüzleşmek, erkeğe ya da kendini ezen hemcinsine karşı bir mücadele vermek zorundalar. Baş edemediklerinde ise; cinayet işleyecek kadar da rahat olabiliyorlar.
Lisa Lim’in illüstrasyonlarla süslenmiş Açlık öyküsü de bunlardan biri. Kocası öldürülen, kayınvalidesi ve iki kızıyla yaşayan Çinli bir kadın olan Lilly’in kocasının ölümüyle yaşadıklarını ve sonrasında kayınvalidesini öldürmesini anlatıyor öykü. Kendi annesinden kaçmak için yaptığı evlilikteki mutsuzluğunu; “Chin’in ölümünden sonra düğünlerinin bir fotoğrafına baktı. Yabani otlar gibi, içinde de hüzün büyüdü. Çekinmeden resmi ikiye bölerek onu ölmüş kocasından ayırdı. Ayrı ayrı daha mutluydular.” diye anlatıyor hikâyenin yazarı Lim. Kayınvalidesini öldürürken ki duygu durumunu anlatırken içinde birikmiş olan tüm öfkesinin onu nasıl katile dönüştürdüğüne tanıklık ettiriyor bizi öykünün sonunda. “…İğrenç annesine, zayıf spermli kocasına, acımasız kayınvalidesine, tembel, hiçbir işe yaramayan kızlarına, küçücük yaşam alanının etrafına serpilmiş duygusal çöp dağına ve açılmış yığınlara karşı tüm öfkesi… Şimdi tüm öfkesi sallanıyor. Ta ki kayınvalidesi paramparça olana kadar…” Sonrasında bir sigara yakan Lilly’in öfkesi artık bitmiştir. “…tuhaf ani bir açlık duyar. Çünkü ölüm onu her zaman acıktırırdı.”
Güç; insanlar kurban olmayı reddettiğinde, tepkilerini göstermeye başladığında gerçekleşir. Artık hayatın edilgen gözlemcileri olmayıp kontrolü ele almaya başlamışlardır çünkü. Kitaptaki karakterlerin çoğu gücü ellerine aldıklarında suç işliyorlar ama hepsinin aslında haklı gerekçeleri var.
Baba ile annesinin kavgalarına tanık olan ve onları bıçaklayan on yaşındaki küçük bir kızın anlatıldığı Beş Nesnede Dünya Tarihi adlı öykü, kitabın en etkileyici hikâyelerinden biri. Öykünün kahramanı yaşadığı travmanın etkilerini üzerinden atamamış bir kadın olarak karşımızda duruyor. ‘Evin dağınıklığından hiç hoşlanmazdı’ annem derken dağınıklığın babasının annesini dövme nedeni olduğunu anlıyoruz. Yaşadıklarına katlanamayıp bıçak alıp küvette bileğini kesmesiyle bitiyor öykü. İntihar ederken tek kaygısı ise ortalığı pis bırakmayacak olması…
Amerikalı yazar Joyce Carol Oates, kitapta yer alan tek öyküsü Suikastçi’de ise (kitabın son öyküsü) yaşlı bir kadının başbakanı öldürmesini anlatıyor. Kadının çok rahat olarak suç mahallinden ayrılması ise tam bir kara komedi. Böyle bir kara olayda bile bu suçu, kadının işleyemeyeceğini düşünen, kadını değersizleştiren erkek egemene bir gönderme yapıyor aslında Oates. İşlediği cinayet sonrasında kahramanının son konuşması ise çok vurucu…
“Dudaklarından öpmeyeceğim ya da başka kimsenin kanlı dudaklarından. Seni nereye gömeceğimi hesap etmeye çalışıyorum aslında. Muhtemelen çakıl taşlı kıyının açıklarına ama martıların kokunu alıp seni dışarı çıkararak bir kargaşaya neden olmayacağı kadar derine. Hayır, öyle yapmayacak kadar akıllıyım ben. Gerçek şu ki, şu an burada oturmuş dinleniyorum sadece ve düşünüyorum. Düşünmeyi bitirdiğimde de ne yapacağımı daha net bileceğim ve senden, kendi erkeğimden ya da başka bir erkekten asla emir almayacağım.”
Kitap için “kadın özerkliğinin toplu bir doğrulaması.” diyor Oates. Kitabın seslerini ortak bir paydada buluşturan ise egemen eril kültüre, iktidar olana başkaldırı… Baskıdan bıkmış artık boyun eğmek istemeyen kadınların erkeklere, kendilerine baskı kuranlara, vermek istedikleri tek bir mesaj var: Yeter! Artık kendi cennetimizi yaratırken kimseye kendimizi ezdirmeyeceğiz.
Bu yazıyı yazarken 92 yaşında bir kadının tecavüz edilip öldürüldüğünü, bir kadının çocuğunun gözü önünde sokakta öldürülesiye dövüldüğü haberlerini okuyorum bir taraftan da… İşte o zaman ‘karanlık’ taraflarını çok hevesle kucaklayan ve bu konuda özür de dilemeyen bu kara kadınları anlayabiliyorum.
Suikastçı’nın öyküdeki son sözlerini kadınlar adına tekrarlamak istiyorum:
“…kendi erkeğimden ya da başka bir erkekten asla emir almayacağım.”
Kaynaklar:
Bıçak Sırtı, Derleyen: Joyce Carol Oates, Bilgi Yayınevi
Havanur Taflan – edebiyathaber.net (12 Mart 2021)