Söyleşi: Ayşegül Bayar Kaya
Edebiyatımızın güçlü kalemlerinden Turan Dağlı’nın son kitabı “Küçük General”, kurgusal bir karakterin yaşantısı üzerinden faşizmi, mizahi ve ironik bir anlatımla eleştiren ancak bunu yaparken kimseyi hedef almayan bir kitap. Turan Dağlı, kendi deyimi ile “antifaşist bir roman” dediği Küçük General’i ve onun sıra dışı karakterini anlattı.
Küçük General politik bir roman. Turan Dağlı bu metinle faşizme nanik mi yapıyor, ne dersiniz?
Tam yerinde bir betimleme oldu. Aynen öyle. Mizahi ve ironik bir metin bu. Fakat sadece bu değil tabi. Yine de Küçük General için antifaşist bir roman diyebiliriz. Milliyetçi duyguları anlar ve saygı da duyarım, ama ırkçılığa, ayrımcılığa, ötekileştirmeye asla.
Kuzgunkara’da kurguya ağırlık vermiştiniz, iç içe geçen, çok katmanlı bir kurgu. Küçük General’deyse kronolojiye uygun akan bir anlatımı tercih etmişsiniz, daha çok mesaja ağırlık verdiğiniz anlaşılıyor. Sade ve akıcı bir diliniz var. Merak duygusunu canlı tutan, düş gücüne yer açan boşlukların varlığı romana ayrı bir hava katmış. Diğer kitaplarınızı da okumuş biri olarak diyebilirim ki, Turan Dağlı bu kitapta, kendi kalıplarının biraz dışına çıkmış. Bu tercihin belirlenmesinde neler etkili oldu?
Güzel sözlerin için teşekkür ederim. Evet biraz öyle oldu. Kuzgunkara benim ilk göz ağrımdı. Ona tüm ruhumu vermiştim. Küçük General’e gelince, bana kalırsa bu ülkede en çok ihtiyaç duyduğumuz şey iç barış ve kardeşlik duyguları. Fakat bu biçimi es geçtiğim anlamına gelmez. Bilakis ben kendimi bir biçim savaşçısı olarak tanımlarım. Küçük General bir fikirle doğdu ve kendi biçimini de beraberinde getirdi. Ayrıca şimdiye dek biri öykü kitabı olmak üzere üç kitabım yayımlandı ve her biri bir diğerine neredeyse hiç benzemiyor, çünkü her birinin derdi başka. Dediğim gibi biçimi belirleyen şey, biraz da ne anlattığınızla ilgili bir şey.
Ana karakter ilkokul çağında bir çocuk da olsa ötekilerden farklı. Bahçesindeki meyve ağaçlarına dadanan kuşlardan, akvaryumundaki balıklara, kedisine, komşularına, etrafında olup biten her şeye -güneşe bile- hükmetmeye çalışıyor. Her sabah duvarında portresi asılı olan eski bir generale selam verip marş okuyor. Sizi böyle bir karakter yaratmaya iten neydi?
Günlük hayatta bu tip insanlarla sıklıkla karşılaşıyoruz; çocuk ya da yetişkin. Narsizm bir kişilik bozukluğudur. Son yıllarda sosyal medyanın da ifşasıyla, bu tespitimi haklı çıkaran araştırma sonuçları var. Sadece artık bunu maskelemek eskisi kadar kolay değil. Çünkü ben, sosyal medyadaki kimliğimizin, bazı zamanlar sokaktaki kimliğimizden daha gerçek olduğuna inanıyorum. Seçenekler sınırlı ve diplomasi yapmak hiç kolay değil. Ayrıca ben bu kitabın biraz da ayna olmasını, okuyanın kendindeki faşistle yüzleşmesini arzuladım.
Romanda, sivrisineği, duvardaki portreyi, güvercini ve çiçeği konuşturuyorsunuz. Bence bu, ana karakterin yalnızlığını belirginleştirmesi açısından iyi olmuş. Ayrıca onlarla kurduğu diyaloglar ve sergilediği davranışlar, çocuktaki baskıcı liderlere has karakter özelliklerini açığa çıkarmış. Ne dersiniz?
Dediğim gibi, her metin kendi biçimiyle gelir. Hayvanların ve cansız varlıkların kişileştirilmesi, gerçeküstü yönü ağır basan bu kitapta bence de şık durmuş. Ve tabi ki her birinin bir işlevi var. Küçük General amacından sapmış bir karakter. Bu nedenle roman boyunca hayal kırıklığına uğruyor. Merkeze insanı ya da doğayı değil, gerçek hayatta karşılığı olmayan fikirleri koyuyor. Bu, abartılı bir soyutlamadır ve gerçeklik algısını bozar. Zaten karakterimiz de çok okuyup düşünen ama dışarıda hep kaybeden biri.
Bu kısacık romanda, Kafka’dan Borges’e, Nietzche’ye kadar, çok sayıda metinlerarası gönderme var. Ayrıca başta Hitler olmak üzere bazı tarihsel şahsiyetlere de göndermelerde bulunuyorsunuz. Böyle zengin öğelerle desteklenmiş bir kitabın okuru da, belli bir bilgi dağarcığının sahibi olmalı mı sizce? Bunların gözden kaçırılarak okunması romanın derinliğine inmeyi engeller mi?
Metinlerarasılığı severim fakat okurun kitapla kuracağı ilişkiyi bu türden göndermelere mahkûm etmek de isteyebileceğim en son şeydir. Bu durumda kitap çok mekanik olurdu. Bunun önlemini aldığımı düşünüyorum. Küçük General farklı okuma deneyimleri sunuyor desek daha doğru olur.
Kapağı kaldırınca şöyle bir cümleyle karşılaşıyoruz : “Çalışma hayatım boyunca karşıma çıkmış olan apoletsiz generallere cevabımdır.” Kapitalizmi en vahşi hali ile yaşadığımız şu dönemde, bu cümlenin önemi de artıyor. Küçük General, yaşamak için çalıştığımız ama çalışmaktan yaşamı kaçırdığımız iş yerlerinde karşımıza çıkan mobingci işverenlere bir tepki olarak mı doğdu? Ayrıca kitabı ablanıza ithaf etmişsiniz.
Ablam benim her şeyim. Yeryüzünde en çok kıymet verdiğim insanlardandır. Çalışma hayatındaki mobingcilere gelince, özel ya da kamu sektörü fark etmez, iş hayatı bunlarla dolu. Belki de özellikle bu tipleri yönetici yapıyorlar. Eski bir kafa. Uygar dünya çoktan vazgeçti böyle bir yönetim anlayışından. Açıkçası bu kitabın yazılmasında bu tip yöneticilerle sıkça karşılaşmış olmam etkili oldu. İlhamımı onlardan aldım ve bu kitabı onlara cevaben yazdım. Umuyor ve diliyorum ki mesaj yerine ulaşır.
“Ciğerlerini temiz havayla doldurdu, uzaktaki koyun sürüsüne sevgiyle baktı ve o keyifle önüne çıkan bir kaplumbağayı ters çevirdi.” , “Küçük General, avucunda kıvrılıp duran solucanı yukarı, daha yukarı kaldırıp, parmaklarının arasından kan fışkıracak kadar sıktı.” Bu türden cümleler, kahramandaki sadizmi işaret ediyor. Peki, onu bu yaşta, bu hale getiren şey sizce sistem mi? Küçük general aslında kimden, ya da neyden intikam alıyor?
Küçük General intikam peşinde değil. Karakteri o şekilde. Sadizm narsizmin bir ürünü olarak ortaya çıkıyor kitapta. Cezalandırması gerektiğini düşündüğü insanları cezalandırmaya yelteniyor, tehditler savuruyor, nutuklar atıyor. Sonunda kaybeden yine hep kendisi oluyor. Kitabı bir Küçük prens parodisi olarak da okumak mümkün. Küçük General kurgusal bir varlık. Gerçek hayatta böyle bir çocukla karşılaşılabileceğini pek sanmıyorum. Gerçi benzerleri yok değil. Bazı çocuklar gerçekten de çok gaddar olabiliyor. Yakın zamanda yaşadığım bir olayı aktarayım. Parkta oturuyordum ve hurda bisikletiyle, üstünden paçavralar dökülen Suriyeli küçük bir çocuk bana yaklaşıp “Abi çocuk beni dövecek, ben ona bir şey yapmadım.” dedi. Dönüp baktım, arkamda on-iki yaşlarında yani benim karakterimin yaşlarında, burnundan soluyan bir çocuk vardı ve yumruklarını sıkıp Suriyeli çocuğu dövmeye hazırlanıyordu. Öfkeli çocuğu oradan uzaklaştırdım, biraz da nasihat ettim ama o birazdan yine peşine düştü Suriyeli küçüğün. Çocuklar büyüklerinden ne görüyorsa onu yapıyor bence.
Bir sonraki çalışmanızla ilgili bir ipucu alabilir miyiz?
Şu aralar senaryoya ağırlık verdim. Ayrıca bir roman idealim var. İdeal diyorum çünkü ilk cümlelerini 1999 da yazmaya başladığım halde, bir türlü tamamlayamadığım bir roman bu. Onu bitirebilirsem dünyanın en mutlu insanı olabilirim.
Ayşegül Bayar Kaya – edebiyathaber.net (18 Mayıs 2018)