Türk Edebiyatında İlkler -1 | Esme Aras

Nisan 1, 2019

Türk Edebiyatında İlkler -1 | Esme Aras

 

İş Bankası Kültür Yayınları, kısa süre önce Türk Edebiyatı Klasiklerini günümüz Türkçesiyle okurlarına sundu. Halit Ziya Uşaklıgil’in Mai ve Siyah’ı, Fatma Aliye’nin Refet’i, Muallim Naci’nin Ömer’in Çocukluğu, Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ı, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç’ı, Şinasi’nin Şair Evlenmesi ve Samipaşazade Sezai’nin Küçük Şeyler’i bu eserlerden bazıları. Batılı anlamda ilk öykü örneklerinin yer aldığı Samipaşazade Sezai’nin Küçük Şeyler’ini ve ilk kadın romancımız Fatma Aliye’nin Refet adlı eserini ayrı bir başlık altında değerlendirmeyi uygun gördüğüm için birbirinin devamı niteliğindeki bu yazıların ilkinde, adı geçen yazarların eserleri üzerinde duracağım.

Şinasi’nin 1860’da yazdığı tek perdelik, Batılı anlamdaki ilk tiyatro oyunu Şair Evlenmesi, Türk tiyatro edebiyatında öncü kabul ediliyor. Paris’te öğrenim gören Şinasi, İstanbul’a döndüğünde Agâh Efendi’yle birlikte Tercüman-ı Ahval(1860) ve ardından Tasvir-i Efkâr (1861) gazetelerini yayımlamıştır. Paris’te sürdürdüğü dil çalışmaları neticesinde, Tanzimat’la başlayan Batılılaşma hareketlerine öncülük etmiş; ilk bağımsız Türk gazetesini kurmuş ve bu gazetenin sütunlarında tefrika olarak yayımladığı ilk tiyatro eserini edebiyatımıza kazandırmıştır. Günümüz Türkçesine uyarlayan Refik Durbaş’ın önsözüyle okumaya başladığımız “töre komedisi” niteliği taşıyan Şair Evlenmesi, gerçekten de yaşamını modern (alafranga) tarzda sürdürmek isteyen şair Müştak Bey’in, Kumru Hanım’la evlenmesini konu ediyor. Dönemin geleneksel yapısınca âdet üzere gerçekleştirilen görücü usulüyle evliliğin nelere sebep olabileceğini ele alan Şinasi,  sevdalı iki kişinin “evlenme” töreninin, işe mahallelinin (kılavuz kadın, yenge, bekçi, çöpçü, imam, esnaf ve şairin arkadaşı) karışmasıyla “evlendirme” törenine dönüşmesini ve bu süreçte rüşvetle dönen türlü sahtekârlıkları, katakulliyi gözler önüne seriyor.Şinasi,yüz elli dokuz yıl önce konusunu geleneklerden, karakterlerini halktan tiplerden seçtiği eserini kim bilir hangi idealist duygu ve düşüncelerle kaleme almıştır.Bugün“rüşvetin her kapıyı açtığı” ve“evlendiler” yerine oğlanı/kızı “evlendirdik” gibi söylemlerin dilimizden, yaşayışımızdan törpülenmesi için daha kaç asır geçmelidir?Eserin kitap olarak basılma sürecine, ayrıca Şinasi’nin yaşam tarzına, hastalığına, son günlerini nasıl geçirdiğine, ölümünün hangi koşullar altında gerçekleştiğine ilişkin bilgiye kitabın son bölümünde yer verilmiştir.Böylece yazmaya aşk derecesinde bağlı, tutkuyla, tüm bağlarıyla gönül vermiş bir kalem emekçisinin hazin yitimi karşısında, yazarları nasıl bir sonun beklediği düşündürülür okura. Uğruna feda edilen çileli ömür geçer, söz sahibinin ruhu uçar,yazı kalır geriye…

Sefiller ve Robinson gibi önemli eserleri dilimize kazandırmış,  beş dil (Rumca, Eski Yunanca, Fransızca, Farsça, Arapça) bilen tercüman, gazeteci ve yazar Şemsettin Sami’nin,ilk telif romanı olarak bilinen eseri Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ın trajik bir hikâyesi vardır. O da Şinasi gibi dönemin kadın-erkek ilişkilerini ve görücü usulü ile yapılan evlilikleri ele almıştır. Bununla da yetinmemiş kadının aile ve toplum içindeki konumunu gözler önüne sermiştir. Kitabı günümüz Türkçesine uyarlayan Ömer Aslan, eserin sunuş yazısında belirttiği gibi, okurun rahatça anlayabileceği bir dil tutturmuş olup döneme özgü kültürel unsurların korunmasına özen göstermiştir. 1872’de Hadika gazetesinde cüzler (fasiküller) halinde yayımlanmış eser, ilk baskısını 1873’de yapmıştır.Talat ve Fitnat’ın aşkının anlatıldığı romanın giriş bölümü, Aksaray’daki bir evin odasında dikiş diken kadınlar için elli elli beş yaşın ihtiyar sayıldığı ve on sekiz on dokuz yaşında bir erkeğin evlenmek için dadıya göre geç, anneye göre ise henüz bir çocuk için erken olduğu yönündeki düşüncelerle başlıyor. Okuryazar olan anne ile merhum babanın mektepte tanışmaları, birbirlerini sevmeleri ve uzun yıllar bekledikten sonra ebeveynlerini “canımıza kıyarız” tehdidi ile razı ederek muratlarına ermelerinin anlatıldığı bölümlerden sonra asıl konuya geçiliyor. Rüştiye (ortaokul) mezunu Talat Bey’in, tütüncü dükkânı sahibinin evlatlık kızı Fitnat Hanım’ı cumba kafesinin ardından görüp tutulmasıyla gerilim tırmanıyor. Kızını koruma adı altında,onu eve hapseden baba figürüne karşın Şemsettin Sami, çaresiz Talat’ı kadın kılığına sokarak nakış dersi bahanesiyle geçici de olsa sevdiceğine kavuşturuyor. Talat, İstanbul sokaklarında tebdil-i kıyafet dolaşırken sözle, bakışla erkeklerin tacizine uğradığında kadın cinsinin yaşadığı zorluklarla duygudaşlık kuruyor. Ki bu tespit yalnızca romanın yazıldığı dönem açısından değil, kadınların süreğen sorunları bakımından bugün de hayli önem taşıyor. Tanımadığı biriyle zorla, gıyabında kıyılan nikâhla evlendirilen Fitnat’ın, sonunda gerçek babası olduğunu anladığımız Ali Bey’in köşküne-kandırılarak-götürülüşünün ardındanroman, facia ile sonlanıyor. İronik ama bunca tesadüf, acı, elem, keder, gözyaşı ve kavuşamamayla gelen hastalıkların, ölümlerin ardından kitap “Hem bu kitabın adı ‘Musibetname’ (felaketler kitabı) değil ki” cümlesi ile noktalanıyor. Daha ne olsun dercesine..!?

Anlatıcının çoğunca sekiz yaşındaki bir çocuk olduğu ve eski İstanbul semtlerinde geçen anı türündeki Ömer’in Çocukluğu, aynı zamanda edebiyat öğretmenliği yapmış, Tanzimat Dönemi edebiyatçılarından Muallim Naci’ye aittir. Asıl adı Ömer olan şair-yazar, hattatlığa merak saldığı dönemlerde bir roman karakterinden etkilenerek Naci adını kendine mahlas olarak seçmiş ve eserlerinde kullanmıştır.Otobiyografik öğelerin yer aldığı Ömer’in hatıralarında aile bireylerine, babasının kaybına, hayvan dostlarına (kedisi Fındık, parlak siyah tüylü oğlak, ördekler), arkadaşlarına, mahalle mektebinin falakacı hocasına, tekkelere, dergâhlara ait bir dönemin yaşayışı hakkında pek çok ayrıntı çıkıyor karşımıza. Eseri günümüz Türkçesine uyarlayan Kaan Tanyeri’nin tedavülden kalkmış sözcükler, adı değişmiş semtler, kullanım alanı farklılaşmış nesneler ve kılık kıyafetler için sayfa sonlarına verdiği dip notlar metni anlaşılır kılıyor. Eserin ana eksenini oluşturan Saraçhanebaşı’nda ufak bir dükkân sahibi olan babanın ölümü, son sayfaya dek okura eşlik ediyor. Bir dönem Varna’ya dayısının yanına taşınan Ömer, mahalledeki baba dostu Behçet Efendi’yi özellikle anıyor: “Böyle adamlara ‘baba dostu’ derler. Babaları vefat etmiş oğullar, bunları garip ve hazin bir hisle severler. Manevi amca bilirler.”1890’da basılmış bu eserde,alacağı için babasının ardından kapılarına gelen Hristiyan usta (dülger)ile aralarında geçen konuşma, insan sıcağını duyumsatan, acı bir kayıp karşısında ortak hislerin evrenselliğini anlatan bir örnektir. Çünkü farklı kökenlerin, ahlaki ve dini tercihlerin bir arada yaşadığı topraklarda ortak bir zemin her durumda yaratılabilir. Asgari düzeyde dahi olsa birbirine güvenen ve saygı duyan bir toplumun bireyleri olunabileceğinin ifadesi gibidir o sözler: “Adamcağızın gözleri doldu… ‘Helal olsun’ diyerek gitti… Bahtiyar sayılmasın mı o insan ki ölümü, millettaşı olmayanları da üzer. Birdenbire annemin gözlerinden yaş boşandı… Matem tazelendi.”

Yazarlık yaşamına 1883’te Tercüman-ı Hakikat gazetesinde başlayan, roman ve öyküleri İkdam gazetesinde (1896) tefrika edilirken üne kavuşan Hüseyin Rahmi Gürpınar, kazancını yazarlıktan kazanmış şanslı edebiyatçılarımızdandır. İlk basımı 1912’de yapılan Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç’ı günümüz Türkçesine uyarlayan Ali Faruk Ersöz’e göre yazarın romanları ikili bir yapılanma sergiler. Bir yanda İstanbul mahalle hayatında kadınlar arasında geçen konuşmalar, diğer yanda güncel bir olay hikâye edilir. Her 75-76 yılda bir dünyanın yakınından geçen Halley kuyruklu yıldızının 1910’da yarattığı korku ve panik duygusu üzerinden kurgulanan romanda, yıldızın dünyaya çarpma olasılığı sonucu ya da kuyruğundan çıkan zehirli gazlarla dünyadaki yaşamın sona ererek kıyametin yaşanacağı haberleri mizahi bir dille işlenmiştir. Her durumda aklın ve bilimin, cehalete ve hurafelere üstün geleceğinin anlatılması bakımından başkarakter İrfan’ın konferans sırasında –halkın batıl itikatlarıyla biraz da eğlenerek- verdiği bilgiler; ayrıca Lütfiye Hanım ile mektuplaşmaları kadın-erkek eşitliğini, iyi eğitim almış kadınların muhakeme gücünü ortaya koyması bakımından önemlidir. Onların evlenmesine zemin hazırlayan bu olayların sonunda gelin hanım, kadınlar aleyhinde haddi aşan makalelerinden dolayı İrfan Bey’den düğün gecesi öcünü alacaktır. Kuyruklu yıldız gökyüzünde görünene dek ona yüzünü göstermeyecektir. Birbirini görmeden, tanımadan yapılan evlilikler diğer yenilikçi yazarlarda olduğu gibi bu eserle de eleştirilmiştir.

Edebiyat-ı Cedide topluluğuna katılmasıyla romanlarını Servet-i Fünun dergisinde tefrika etmeye başlayan Halit Ziya Uşaklıgil’in ustalık döneminin ilk romanı kabul edilen, çağdaş romanın örneklerinden sayılan Mai ve Siyah’ın ilk basımı 1942’de yapılmıştır. Ali Faruk Ersöz tarafından günümüz Türkçesine uyarlanmış, kitaba rağbet edecek genç nesil için sadeleştirilmiş olan eserde, dönemin basın dünyasındaki bir matbaaya konuk oluyoruz. Matbaa çalışanları ve başkarakter -yazar ve şair- Ahmet Cemil’in hayatı çerçevesinde gelişen olaylar zincirinde “bütün o çaresiz insan ruhuna has acılıkların tatlılıkların hazinesi, mai siyah kelebekler gibi uçuşarak parlak semanın mailiklerine, şu karanlık denizin siyahlıklarına serpiliyor.” Maviden siyaha savrulan düşlerde ve hayatın kıskıvrak yakaladığı gerçeğinde arkadaşlık, kıskançlık, yoksulluk, talihsizlik, ayrılık sesi, ıstırap iniltisi, hasret inlemesi, bir ümit cevabı ve sızılı sevdaları bulmak mümkündür. Hatta yazarın betimleriyle Vincent Van Gogh’un yağlı boya tablosu Yıldızlı Gece’nin içinde buluverir kendisini okur: “Onun dünyası işte şu yavaş yavaş açılan beyninin içinde mai bir sema, o mai semanın içinde birçok gülümseyen ümit yıldızlarından ibaretti. Orada da bir elmas yağmuru…” Yirmi iki yaşın verdiği gençlik hülyaları ile yazar olmak, şöhret almak düşüncesindeki Ahmet Cemil’in, babasının ölümünden sonra tek bir endişesi vardır artık; ailesini, anne ve kız kardeşini mutlu etmek. Sadece yazmakla iflah olacak bir ruh, çeşitli memuriyetlerle hayatını kazanmak zorundadır. İdeal özelliklere sahip karakterin yaşamı, romanın son sayfalarına kadar çileli geçer; girdiği hayat mücadelesinde hep kaybetmiştir. Hayatta bir ümidi kalmamışken, teslimiyet içerisinde tayin yerine gitmek üzere çıktığı deniz yolculuğunda,ümitlerinin parıltılı zamanlarında elmas yağmurunu seyrettiği mai gece ile bu siyah gece onun gözünde karşı karşıya gelir: Mai ve siyah bir aradadır.

Modern Türk edebiyatının taşlarını döşeyen erkek yazarlar,yarattıkları karakterler ile her ne kadar kadın yaşamının zorlukları ve sorunlarına değinmiş olsalar da sosyal yaşam içerisinde bunu daha çok erkeklerin mağduriyeti üzerinden anlatma yoluna gitmişlerdir. Görücü usulüyle evlenirken kandırılmaları, durumu düzeltmek için kesenin ağzını açmak zorunda kalışları, sevdiklerine kavuşmak için kılık değiştirmeyi göze almaları, iç güveyi olmayı kabul etmeleri, kavuşamayınca hastalanıp ölmeleri gibi. Bugün klişe dediğimiz, dönemin ilk örneklerinin ana malzemesini;canına kıyma tehdidi, mektuplar aracılığıyla haberleşme, aylarca yıllarca birbirini görememe, ince hastalıktan yatağa düşme, babanın vefatıyla gelen maişet derdi, erkek çocukların omzuna erken yaşta binen yük, kız çocukların belli yaşa kadar okutulması, genç kızların yanında refakatçi olmadan sokağa çıkmaması, bazı mekânların kadına yasaklı olması gibi konular oluşturmuştur. Dönemin yaşam tarzı, ahlaki değerlerin kuşatıcılığı ve bu değerlerle çatışan karakterlerin ruhsal derinliği, eğitimi ve sosyo-ekonomik düzeyi hakkındaki ayrıntıların çeşitliliği bakımından kıymetlidir bu eserler. Dönemine göre ilerici, iyi eğitimli, yurt dışında bulunmuş, iyi ailelerde yetişmiş yazarların modern Türk edebiyatının ilk örneklerini oluşturan eserleri, edebiyat meraklıları için de zenginleştirici olacaktır. Orta ve lise eğitimimiz sırasında sadece yazar-eser eşleştirmesinin ezberden verildiği yapıtları, sadeleşmiş bir dille okurlarına yeniden sunan İş Bankası Kültür Yayınları, Türk edebiyat tarihine önemli bir katkı sağlamıştır. Meraklılarına iyi okumalar dileğiyle…

edebiyathaber.net (1 Nisan 2019)

Yorum yapın