“Bohem” deyince akla Paris gelir. Türkiye’de bohemler olabileceği, üstelik bunların Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Mahmut Yesari ve Aka Gündüz gibi yazarlardan oluşabileceği pek akla gelmez. Çünkü günümüzden baktığımızda Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa gibi isimler olsa olsa Bohem’e karşı olur diye düşünürüz. Oysa bu değerli yazarların bohem bir hayat tarzını sürdürdükleri yılları olmuş. Bu yaşam dönemleri kitaplara da geçmiş. 1930’ların başında Fikret Adil’in Asmalımescit’teki evinde toplanıp Beyoğlu’nun çeşitli mekanlarında gecelerini geçiren bu grubun yaşadıklarını yine Fikret Adil başta “Asmalımescit 74” olmak üzere “İntermezzo” ve “Avâre Gençlik & Gardenbar Geceleri”nde anlatır. Kitabına alt başlık olarak “Bohem Hayatı” ibaresi koymaktan da çekinmemiş Fikret Adil. Nasıl bir hayat yaşadıklarının bilincindedir.
Peki Türkiye’de bohemlik 1930’de Fikret Adil ve arkadaşlarıyla başlayıp bitti mi? Başka bohemler var mıydı, diye bir soru ister istemez insanın aklına takılıyor. Cem Yılmaz Buldan bu sorunun cevabını bulabileceğimiz bir eser kaleme almış; “Türk Edebiyatında Bohem”.
Cem Yılmaz Buldan “bohem”in “Topraklarımıza asırlık bir gecikmeyle giren bir kavram” olduğunu belirtiyor. Türkiye’de ilk bohem sanat topluluğu, Fikret Adil’in etrafında bir araya gelen Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Mahmut Yesari ve Aka Gündüz gibi ediplerin 1930’lu yıllarda çekirdeğini oluşturduğu zümreydi, diyor. Ardından da araştırmaya girişiyor. Bohemi “Batı’da burjuva ideolojisinin egemen söylemi etrafında vücut bulan modern toplumun dayattığı değerler manzumesi karşısında gelişen entelektüel huzursuzluğun estetik düzlemdeki dışavurumu” olarak tanımlıyor. TDK ise Türkçe Sözlük’ünde, “yarınını düşünmeden günü gününe tasasız, derbeder bir yaşayışı olan kimse veya topluluk” diye tanımlamış Bohem’i. Bohem tüm bu özellikleri gösterse de en önemli özelliği es geçilmiş sözlükte. Bohemler kültür ve sanatla yakından ilgililer, burjuva yaşam biçimine sadece yaşamlarıyla değil eserleriyle de karşı çıkıyorlar, kuralları kabul etmiyorlar.
Cem Yılmaz Buldan “Türk bohemi’nin pek de tanınmayan bir öncülü vardır: “Şair-i Azam” Abdülhak Hamit Tarhan,” diyor. Şair-i Azam çoğu Avrupa’da geçen yaşamını bohem tarzda sürdürmüş. Buldan’a göre Abdülhak Hamit Tarhan’ın eserlerinde de bohem anlayışın izlerini bulmak mümkündür. Bence Şair-i Azam’ın en önemli handikapı bu yaşamı devletten aldığı parayla sürdürmüş olmasıdır. Üstelik bu parayı hak etmek için devleti diplomat olarak temsil etmiştir. Devletten maaş ya da yardım olarak para almayı hiçbir zaman dert etmemiş, aksine talepkâr olmuştur. Bu nedenle kendisine herhalde “devlet bohemi” diyebiliriz ya da “kadrolu bohem”.
Zaten Şair-i Azam bohem tarzda bir hayat sürdürse de bohem bir gruba dahil değildir. Gerçi Namık Kemal’in de bohemliğinden söz edilir ama yaşadığı dönemde bohem hayat yaşayan gruplar yoktur. Bohemlik aynı zamanda birlikte hareket etmek, grup oluşturmak, yaşamı birlikte sürdürmektir. O nedenle 1930’ların başında Fikret Adil önderliğinde şekillenen grubu Türkiye’nin ilk bohemleri olarak niteliyor Cem Yılmaz Buldan. Asmalımescit Kuşağı’nın bu birlikteliği çok sürmemiş. Necip Fazıl Kısakürek ve Peyami Safa bir süre sonra bohem hayatı terk etmekle kalmamış, eserlerinde sert bir şekilde de eleştirmişler.
50’li yılların ikinci yarısında Attilâ İlhan’ın etrafında toplanan Demir Özlü, Ferit Edgü, Orhan Duru, Ahmet Oktay gibi kalemlerin oluşturduğu “Baylan Kuşağı” ikinci ana dalgayı oluşturur, diyor Buldan. 50’li yılların başında ikinci kez Paris’e giden Attilâ İlhan’ın bohem çevrelere girdiğini, onları dikkatle izlediğini şiirlerinden ve “Hangi Seks” ve “Hangi Batı” gibi çalışmalarından biliyoruz. “Zenciler Birbirine Benzemez” romanı da Paris ‘teki o döneminden izler taşır. Ama bohem bir yaşamı oldu mu, kendisini bohem diye tanımlayabilir miyiz, pek emin değilim. Belki de bu konuda en önemli kaynak, o yıllarda Attilâ İlhan’ın kardeşi Cengiz İlhan’a yazdığı mektuplardan oluşan “Kardeşime Mektuplar, İstanbul-Paris 1951-1953”tür (Kaynak yay. 2021).
Benim kanım Attilâ İlhan’ın bohem olmadığı ama kaleme aldığı tanıklıklarla bohem hayatın ne olduğunun anlaşılmasında önemli bir kaynak olduğu. “Baylan Kuşağı”nı oluşturan yazarların bohem diyebileceğimiz hayatları olduğu, o yıllarda başka bohem gruplarında bulunduğunu tahmin edebiliyoruz. Ama hem eserlerinden hem de kaleme aldıkları anılardan ben tam anlamıyla bohem bir felsefeleri ve hayatları olmadığını düşünüyorum ya da bizimkilerinki “alaturka bohemlik”.
Cem Yılmaz Buldan, herhangi bir topluluğa dahil olmadan bohemi derinlemesine yaşamış şair ve yazarlar da olduğunu belirtip örnek olarak Orhan Veli Kanık, Cahit Sıtkı Tarancı ve Sait Faik Abasıyanık’ı veriyor. Haluk Oral’ın “Bir Roman Kahramanı Orhan Veli” (Everest yay.) gibi şairin yaşam öyküsünün ayrıntılarına odaklanan çalışmaları okuduğumuzda Orhan Veli’nin İstanbul ve Ankara’da bohem bir hayat sürdüğü, bu çevrelere takıldığını düşünebiliriz.
Sait Faik’in ise bir flanör olduğu anlaşılıyor. Tam bir kent gezginiymiş. Bir yerde pek duramayan, sürekli hareket halinde ve bu aylak sayılabilecek gezilerinde yaptığı gözlemlerle eserlerini oluşturan bir flanör. Cahit Sıtkı Tarancı’nın içki tutkusu bohemlik için yeterli midir, bilemiyorum. Ama Tarancı’nın ne şiirinden ne de yaşam öyküsünden böyle bir sonuca varamadım.
Tabii ki en tipik örnek Oğuz Haluk Alplaçin yani “Hayalet Oğuz”. Hayalet Oğuz’un yaşamı hem bir flanör hem de bohem özellikler gösteriyor. Bir yerde duramayan ruh hali ile sürekli hareket halinde olduğunu, bu özelliği nedeniyle aynı anda birçok bohem çevreye dahil olduğunu anlıyoruz. Kaya Tanış’ın “Burası Orası Değil – Hayalet Oğuz” (2021, Kırmızı Kedi yay.) adlı ayrıntılı çalışmasında Hayalet Oğuz’un yaşam öyküsünü iyice netleştiriyor. Cem Yılmaz Buldan çalışmasında bu kitaba değinmemiş.
Cem Yılmaz Buldan 261 sayfalık kapsamlı bir çalışma yapmış ama örneklerini biraz sınırlı tutmuş gibi geldi bana. Bu kıymetli çalışmayı okurken aklıma birkaç isim daha geldi. “Halikarnaslı Bohem” diye anılan Neyzen Tevfik ilk örnek. Hem yaşamıyla hem eserleriyle bana “bohem” tanımına en uygun adlardan biri gibi görünüyor. Timur Muhidine “Türk Boheminde Bir Cevelan (1870-1980)” (2022, Kırmızı Kedi yay.) adlı eserinde onu “alla turca bohem fikrini en iyi tecessüm ettiren şair” olarak tanımlamış.
Eserlerinin kıymetini yeni anladığımız, Sait Faik Abasıyanık’ın yakın dostu ve doktoru olan Fikret Ürgüp de eşinden ayrıldıktan sonra tamamen bohem bir yaşam sürmüş ve ölümü de bu bohem hayat nedeniyle olmuş.
Ece Ayhan’ı da “bohem” saymalıyız diye düşünüyorum. Çünkü bohem tanımına hem hayatı boyunca sürdürdüğü yaşam biçimi hem de şiir anlayışıyla tam anlamıyla uygun görünüyor.
“Son bohem kimdir?” derseniz de küçük İskender diyeceğim. İskender bohem hayatı sürdürmekle kalmadı, Fikret Adil gibi bohemleri buluşturan bir tavrı da vardı. Takıldığı barlar ve evinde şair, yazar ve sanatçılardan bohem bir grubu vardı. “Yetmişlerden sonra bohem hayat kalmadı” dense de seksenler ve doksanlarda Beyoğlu’da yaşanan “geç kalmış” bohem hayatın da ayrıca incelenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Kaynak: “Türk Edebiyatında Bohem”, Cem Yılmaz Budan, Sel Yay, Kasım 2023.
edebiyathaber.net (20 Aralık 2023)