Azeri gazeteci-yazar Türkan Turan’la Doğan Kitap tarafından yayımlanan yeni romanı Sara’nın Gözleri’ni konuştuk. Sara’nın Gözleri, organ mafyasının içyüzünü ortaya çıkarmak için hayatını ortaya koyan, 26 yaşındaki cesur bir gazetecinin soluk kesici macerasını okuyucuya sunuyor.
Sanırım, Sara’nın Gözleri bir ölçüde kendi deneyimlerinize dayanıyor? Nasıl karar verdiniz yaşadıklarınızı yazmaya?
Organ Mafyasını araştırmaya başlarken 19 yaşlarındaydım. Gençliğin verdiği aşırı cesaret, gözükaralık yaptığım işin boyutunun ve ciddiyetinin farkına varmamı engeliyordu. Çoğu kez bu deneyimleri birilerine anlattığımda her zaman pür dikkat dinliyorlardı. Bu araştırmayı benden dinleyen son insan büyük yazar Zülfü Livaneli oldu. İki yıl önce röportaj için bir araya geldiğimizde Azerbaycan’da gazeteciliğin nasıl gittiğini sordu. Sohbetimiz organ mafyasına gelince bu konu onun dikkatini çekti. Sorular sordu ve en sonunda “böyle bir hikaye roman olmalı” dedi. Diyor ki, Üstat “Roman yazmadan önce altı yedi arkadaşınızın olduğu ortamda yazacağınız hikayeyi anlatın. Eğer beş dakikadan sonra elleri telefona gidiyor ve ya dikkatleri dağılıyorsa o zaman hiç başlamayın o romana”. Sara’nın hikayesi de bir nevi öyle oldu. İnsanlar bunu can kulağı ile dinliyorlardı. Ama roman yazmak hiç aklımdan geçmemişti. Ta ki Zülfü Bey söyleyinceye kadar.
Gazetecilik hayatı roman yazmayı besleyen bir şey mi sizce? Ayrı bir zenginlik kattığına inanıyor musunuz?
Katkısının büyük olduğunu düşünüyorum. Mesela, Ernest Hemingway, Yaşar Kemal, Stefan Zweig içimde büyük umutlar yaratan gazeteci-yazarlar. Yazdıkları eserlerinde gazetecilik yanları hep hissediliyor. Gazetecilerin hayatları değirmen taşı gibidir. O taşlar hiç durmuyor, sürekli hadiseler, türlü olaylar, akılalmayacak yaşanmışlıkları öğütüp duruyor. Her türlü insanla karşılaşıyor, diyaloğa giriyor, başına gelen en kritik durumdan bile çıkmaya çalışıyorlar.
Romanda Sara’nın başından geçenler epeyce korkutucu. Uluslararası organ mafyasının karşısına dikilmek ve sonra bunları yazmak nasıl bir deneyimdi?
Yaşamak büyük heyecan, yazmak ise bir mucize gibi geldi. Açıkçası yıllar önce olayın dünya basınının manşetlerinde yer almasını, diğer ülkelerin istihbarat, kolluk kuvvetlerinin bu işin araştırmasına koyulmasını, haberin hortum gibi dönüp durmasını ve her döndüğünde içine bir ülke aldığını ve olayın düşündüğümden daha büyük ve tehlikeli olduğunu romanı yazarken farkettim. Ve yaşarken değil, yazarken ürkütücü buldum.
Polisiye-macera türüne sever misiniz, bundan sonra da bu yolda mı devam edeceksiniz? Yoksa organ mafyası konusu mu size polisiye-macera türüne itti?
İçimde yılan gibi kıvrılıp duran bir merak var. Sanırım beni bu maceraya iten odur ve bunu hevesle, büyük heyecanla yapıyorum. Belki bir gün farklı araştırmalarım da roman olur.
Romanınız Azerbaycan’dan önce Türkiye’de yayımlandı. Türkçe mi yazdınız, nasıl ilerledi süreç? Kendinizi yabancı dilde yazıyormuş gibi mi hissettiniz?
Kitabı Türkçe yazdım. Başta zorlanacağımı sanmıştım. Ama nerdeyse her gün okuduğum Türkçe romanlar imdadıma yetişti.
Türk edebiyatını takip ediyor musunuz? Azerbaycan’da Türk edebiyatı ne kadar tanınıyor, biliniyor? Takip ettiğiniz Türk yazarlar?
Ülkemde Türk ve ya Azerbaycan dilindeki kitaplarda pek ayrım yapılmıyor. Çoğu insan tanıyor Türk şair ve yazarları takip ediyor, severek okuyorlar. Hatta yabancı yazarların eserlerinin çevirisi Türk dilinde daha kaliteli olduğuna inananlar, Rürk dilinde okumayı tercih edenler de az değil. Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Sabahattin Ali, Orhan Pamuk en çok okuduğum yazarlar diyebilirim. Listeyi uzatmak mümkün. Nazım Hikmet sevgimin çocukluktan beri devam ettiğini çevremde bilmeyen yoktur.
edebiyathaber.net (8 Mart 2021)