Ergin Keleş’in futbol kariyerini anlattığı Nasıl Yıldız Olunmaz? İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Keleş, düşe kalka ilerlettiği futbol kariyerini, çuvaldızı kendisine batırmayı da ihmal etmeyerek anlatıyor. Hikâyesine, futbolun görünmeyen emekçilerini, hakemlerini, menajerlerini de dahil eden Keleş, geride bıraktığı yirmi yılın muhasebesini yapıyor. Anlattıklarıyla görülüyor ki Türkiye’deki futbolun yapısal sorunları sadece bugüne ait değil.
Futbolu iyi kötü takip eden biriyseniz Türkiye’deki futbolun içinde olduğu tartışmalara da az çok hâkimsiniz demektir. Hakemlerinden tutun futbolcularına, teknik direktörlerine, altyapıdaki çalışmalara değin bir sürü problem, her maç sonrası gündemde olan konular. Alt liglerden söz etmiyorum bile. Böyle bir ortamda maalesef futbolun “temizliğinden” bahsetmek de pek mümkün olmuyor. Fakat işin acı kısmı, bu yaşananların bundan yirmi yıl öncesinde de var olması, yani aslında bugün olanlar bir emeğin (!) ürünü. Ergin Keleş, Nasıl Yıldız Olunmaz?’da, tüm bu karmaşanın içinde nasıl mücadele ettiğini, bugünlere gelirken kimlerin kendisine “çelme taktığını” kimlerin “sırtını sıvazladığını” açık bir şekilde anlatıyor. Şehir şehir dolaşırken hayallerini, kırgınlıklarını da yanında taşıyan futbolcu, kendi hatalarını da söylemekten çekinmiyor. Böylelikle kitap bir futbolcunun kariyer hikâyesinden çok daha ötede bir yere konumlanıyor.
Trabzon’un Oğlu Trabzonspor’da
Trabzonlu anne-babalar için “oğul” demek, “ileride Trabzonspor’da forma giyecek büyük bir yıldız adayı demekti,” diyor Keleş. Kendisi ve ağabeyi de bu evlatlardan biri. 13 yaşında girdiği Trabzonspor’un kapısından ağabeyi erken ayrılıyor. Altyapı, “Şansını başka yerde denesin,” diyerek yolları ayırırken Ergin Keleş devam ediyor. 15 yaşında Trabzonspor’un yetiştirdiği değerler içindeyken Genç Milli Takım’da da boy gösteriyor. Kendisinin “parlak yıllar” olarak tanımladığı bu yılların sona ermesi, 18 yaşına denk geliyor, yani henüz yolun başı. 20 Yaş Altı Dünya Kupası’na katılan Keleş, dikkatleri üzerine topluyor. Tabii etrafında bir sürü ağız, bir sürü söz: “Bu takımın hocası seni çok istiyor.” Hollanda’da kalacağına inancı var, ama olmuyor. Trabzonspor’la da anlaşma yapmıyor, sırf daha güzel yolların açılacağı hayaliyle. Fakat hiçbir yerden ses gelmeyince Trabzonspor’un da isteğiyle sözleşmeyi imzalıyor. Yıldızının parlayacağını düşündüğü anda olan oluyor: Keleş, kiralık olarak Akçaabat Sebatspor’da.
Pişeyim Diye Kiralık Olarak Gönderdiler, “Yanıp Kül Oldum”
Sakaryaspor, bu pişmenin adreslerinden biri ama Keleş’e göre bu bir pişme değil, “Genç oyuncu kiralık gitsin ve kaybolsun,” demekti. Kendi kariyerine dönüp baktığında hep bu ince çizgi üzerinde yürüdüğünü söylüyor Keleş. Nerede olacağının sıkıntısı, olduğu yerden mutlu olamama, hep bir diken üstü. Hâliyle bu oyununa da yansıyor. Böyle sıkıntılı zamanlarda öğüt veren çok olur, kişi kendini toparlasın diye: “Elbet biri seni görecek! Düzelecek her şey!” Fakat böyle bir ortamın içinde pek de etkili olmuyor bu sözler; bir kulaktan girip diğerinden çıkması… Hassas bir yapıya sahip olan Keleş, bu tip uyarıları anlayamayacak kadar küçük olduğunu da ekleyerek özeleştiri yapıyor. “Belki de futbolun bana bahşedilen en güzel ödül olduğunu anlamakta yetersiz kaldım,” diyor. Hatalarının farkında, fakat tek hatalı olmadığını da biliyor. Taraftarların, teknik direktörlerin baskısı, onun, yaşamak ile hayatta kalmak arasındaki farkı sürekli deneyimlemesine neden oluyor.
Ersun Yanal’ın Trabzonspor’un başında olduğu dönem, Keleş için şehirden ayrılıp ayrılmama meselesinin olduğu yıllar. Takımda Gökhan Ünal ve Umut Bulut var. Forma giyme şansı bulmak zor. Bir iki göz kırpış da yetmiyor takımda kalmasına. Öyle de oluyor. Artık Trabzon’dan tamamen gitme vakti; kendisi adına “tam bir felaket olacak” Manisaspor’a.
“Başınıza Gelen Olayların Sorumluluğunu Üstlenmek Zorundasınız”
Kitabın basit bir otobiyografi ya da futbolcu hikâyesinden ibaret olmadığını gösteren ayrıntılardan biri sanıyorum ki Keleş’in kendisiyle olan yüzleşmeleri. Yaşadıklarını kesinlikle “suçlu-suçsuz” olarak ayırmıyor. Başına gelenlerden kendini de sorumlu tutuyor ama buna sebep olanları da es geçmiyor. Yine bu mücadelede önemli bir ayrıntı, futbolu kendi bildiği gibi temiz oynamaya çalışması. Mesela “taraftarın sevgilisi” olmak için ayrıca bir çaba sarf etmiyor. Çünkü ona göre bu tip futbolcular, “kendini çok zeki zanneden, kurnaz olduklarını düşünen ve hiç kimsenin hiçbir şeyin farkında olmadığını sanan ezik, yılışık” tipler. Böyle olmaktansa kendi sonunu getireceğini bile bile bildiğini okuyor. Çünkü şu bir gerçek; ülkemizde taraftar, teknik direktör bile değiştirebiliyor.
Teknik direktörlerin, “Aman aman uzak durun ondan,” dediği Ergin Keleş, kendisini elbette böyle görmüyor. Evet, fevri bir tarafı var ama bu onun oyun oynamasına engel değil. Burada aslında asıl mesele, doğrunun sürekli değişmesi; teknik direktöre, kulübe, şehre göre. Adanaspor’dayken teknik direktörün, “kendisine bir tehdit olarak gördüğü” oyuncuları kadro dışı bırakması; Ankaraspor’un kendisini yana yakıla çağırıp son anda vazgeçmesi… Bu ve bunun gibi birçok değişken, Keleş’in kariyerine doğrudan etkide bulunuyor. Tüm bunlara rağmen mücadele etmeyi bırakmaması ise onun spor ahlakından geliyor.
“Şampiyon Keleşnikof”
İyi şeyler de olmuyor değil. Adanaspor taraftarının kendisine “Keleşnikof” lakabını taktığı sezon, Ergin Keleş’in kendisini en iyi hissettiği zamanlardan. Takım da zaten şampiyon oluyor. Fakat makus talihi, onun peşini bırakmıyor. Futbolcular, ligin bitmesine üç hafta kala şampiyonluklarını garantiledikleri için gelecek primi düşünmeye başlıyorlar ama yönetimden bir türlü ses gelmiyor. Çok geçmeden teknik direktör Engin İpekoğlu’na durumu soruyorlar ve ters cevap alıyorlar. Sadece bir futbolcudan ibaret olmamaya gayret eden Keleşnikof buna sessiz kalamıyor, takımdan ayrılmasına sebep olan son cümleleri söylüyor: “Takım şampiyon olmuş, ne konuşacak başka? Ben de şampiyon oldum diyorsunuz, siz hangi takımlarda oynadınız? Fenerbahçe, Beşiktaş… Buradaki çocukların ceplerinde doğru düzgün para yok, bu çocukların ne kadar oynadıklarını biliyor musunuz?” (s. 131)
Kendisini “yedek kulübesinin yılmaz bekçisi” olarak tanımlayan Ergin Keleş’in futbolcu duruşu gösteriyor ki mesele sadece “22 kişinin peşinden koştuğu bir saçmalık” değil. Bu bir oyun. Bu oyunda hile yapanlar elbet çıkacak. Önemli olan nerede, nasıl durduğunuz ve bunu yaparken de keyif almanız. Kitabın sonlarına doğru şöyle diyor mesela: “Bir futbol takımının başarılı olup olamayacağını kulüp işçilerinin yüzünden anlayabilirsiniz. Emekçilerin yüzü gülüyorsa sportif başarı da gelecektir. Mutfak çalışanları, temizlikçiler, saha bakıcıları, sağlık ekibi, elbette soyunma odasının mutlak hâkimleri olan malzemeciler…” (s. 161) Bu duruş, onu “yıldız” yapamasa da kendisine “kötü olma” şansı vermekten şikâyetçi değil Keleş, çünkü düşmek de bir ilerleyiştir diyor. Keleş’in Karadeniz’den Ege’ye, Akdeniz’e uzanan hayal kırıklıklarını, umutlarını futbol camiası üzerinden okumak isteyen futbolseverlere büyük bir nimet bu kitap.
edebiyathaber.net (10 Temmuz 2022)