“Virgülüne bile dokundurmayan yazar”lardan geçilmezdi bir zamanlar. Her anlamıyla çok iyi kitaplar yazdıklarına, hiç hata yapmadıklarına inanır kitaplarının virgülüne bile dokunulamayacağına inanırlardı. Siz ısrarlı çıkar, kitabındaki hataları gösterirseniz sinirlenir, manalı manalı bakar ve “Türkiye’de editör var mı?” diye sorarlardı. Yani editör olsa kitaplarına dokunduracaklardı ama yazık ki editör yoktu(!).
Çok değil yirmi yıl öncesinden söz ediyorum. Bu arada köprülerin altından çok sular aktı. “Yok”lar var oldu. Şimdilerde yayınevi değiştiren yazarların transfer şartı olarak beraberinde kendi editörünü de getirmek istediğini duyuyoruz.
Yayıncılığın sektörleşmesi 1980’lerde başlar. Daha öncesinde Altın, Remzi, İnkılap gibi birkaç büyük yayınevi hariç genel olarak yayınevleri 3-4 kişilik, uzun ömürlü olmayan işletmelerdi ve çalışanları her işi yapardı. Yayınevi sahibi aynı zamanda editör, muhasebeci, pazarlamacı, düzeltmen, grafiker ve hamal gibi görevleri de yürütürdü. İş bölümü diye bir şey yoktu, çünkü işi paylaşacak kişiler yoktu.
1980’de Adam Yayınları’nın kurulması bir milattır. Yapı Kredi Yayınları’nın büyüme kararı, İletişim Yayınları’nın kurulması, Can, Afa, Metis gibi yayınevlerini kuruluşu ile sektör şekillenmeye başladı. Bir yayınevinde kaç kişinin çalışması, nasıl iş bölümü yapılması gerektiğini onlarla birlikte görmeye, yaşamaya başladık. Sektörleşme ile birlikte yayıncılık da öğrenildi. Yazarların “Türkiye’de editör var mı?” diye sormaya başlamasının nedeni de bu gelişmelerdir. Tabii ki bir günde olmadı, zaman aldı ve sancılı oldu.
Türkiye Yayıncılar Birliği “Mesleğimiz Yayıncılık” projesini 2016 yılında yapmış. Yayıncılık tanımlarını tüm sektör temsilcileriyle birlikte bu proje sayesinde yapmışız. Tabii ki en çok tartışılanlardan biri de editör tanımı ve editörün görevleri olmuştu. Çünkü “Ne iş olsa yaparım” yayıncılığı döneminden gelenler için editörün yapacağı iş çoktu ama editörlüğe 2000’li yıllarda başlamışlar için editörlük tanımı oldukça sınırlıydı. Çünkü her işi değil tek işi yapmak istiyorlardı.
“Mesleğimiz Yayıncılık” projesinden önce yayıncılık eğitimlerine başlamıştık. İstanbul Bilgi Üniversitesi ile birlikte başladığımız bu sertifika programları daha çok yayıncılık mesleğine yeni başlayanlar için düşünülmüştü. Ama sonra yayınevlerinden ve bizzat çalışanlarından da eğitim almak için istekler gelmeye başladı. Programlar gelişti. Başta Sevengül Sönmez olmak üzere çok değerli eğitmenlerle bugünlere kadar geldi.
O günlerde Cağaloğlu’nda İletişim Yayınları’nda yayınevlerinde çalışan editörler için seminerler yapılıyordu. Bunlardan birine beni de konuşmacı olarak davet etmişlerdi. Meslek tanımı ile ilgili ilk tartışmayı orada yaşadık. Ben editör “her işi yapar, yapmasa da bilir” diyenlerdendim, salonu dolduran editörlerin çoğu “editör, yazardan gelen metni yayına hazırlar, başka şeye de karışmaz” diye düşünüyordu. Kapak için tasarımcıya görüş bildirmek bir yana arka kapak yazısını yazmayı bile istemiyorlardı, bizim sadece işimiz metinle uğraşmak diye düşünüyorlardı. Meslek tanımlarını yapma fikri o günlerde doğdu ve “Mesleğimiz Yayıncılık” projesi ile bu tanımlamaları yaptık. Tanımlamakla kalmadık Resmî Gazete’de yayınlanmasını da sağladık, yani “resmen” meslek hale geldi bu işler.
Editörü şöyle tanımlamışız; “Yayınlanması için kitap seçimi ve oluşturma süreçlerinde yer alan, metni kontrol eden, baskı sürecini yürüten, tanıtım ve pazarlama faaliyetleri içinde yer alan nitelikli kişidir.” Ardından da 16 maddede editörün görevlerini ayrıntılı şekilde tanımlamışız. (EDİTORYA – Mesleğimiz Yayıncılık (meslegimizyayincilik.com). Sonra da editörlük türlerini sıralamış, onları da tanımlamışız; “Alan editörü / Uzman Editör”, “Çeviri Editörü”, “Ürün Geliştirici / Yaratıcı Editör”, “Seçici Editör”, “Üretim Editörü”.
Bayram değil seyran değil bunlar nereden aklına geldi, diyeceksiniz. Durup dururken aklıma gelmedi tabii ki. Cansu Canseven faydalı bir iş yapmış, “Editörlük Zor Zanaat” başlığı altında editörlerle yaptığı söyleşilerini biraraya getirmiş. Selahattin Özpalabıyıklar, Cem Akaş , Tanıl Bora, Sevengül Sönmez , Murat Yalçın, Savaş Kılıç, Nazlı Berivan Ak, Cem Alpan, Semih Gümüş, Ayşegül Utku Günaydın ve Mustafa Çevikdoğan hem kendi editörlük yaşamları hakkında hem de editörlük hakkında konuşmuşlar. Bu deneyimli editörlerin anlattıklarıyla yayıncılık tarihi de şekilleniyor. Yayıncılık mesleğindekiler ve bu sektörde çalışmak isteyenler için çok faydalı bir çalışma olmuş. Akıl edip gerçekleştireni de yayınlayanı da kutlarım.
Günümüzde editörlüğün varlığı yokluğu tartışılmıyor. Editörün işinin ne olduğu konusunda da fikir birliği var. Söyleşi yapılan tüm editörler benzer tanımları yapıyor. Editör görünmeyen ama vazgeçilmez bir eleman. Bir kitap başarılı olursa, beğenilirse, çok okunursa bu başarı kuşkusuz yazarın hanesine yazılır. Ama her türlü başarısızlıkta olağan suçlu editördür. Kolayca gözden çıkarılır, feda edilir. Yeter ki yazar üzülmesin. Yazar kaprisi olarak editörlerin işten atıldığını biliyoruz. Çünkü editör yazarla yayıncı arasında köprü görevi görür, taraf tutmaz ve “her zaman doğruyu söyleyen”dir. Eh, doğru söyleyen de dokuz köyden kovulur.
Cansu Canseven, yayıncılık sektöründe çeşitli görevlerde bulunmuş, şimdi de yayın yönetmenliği yapıyor. Sektörün sorunlarına aşina. “Editörlük Zor Zanaat”ın girişine uzun bir önsöz yazıp editörlüğü merkeze alarak yayıncılığın sorunlarını saymış. Sonra da bu sorunlar hakkında editörlere sorular sormuş, görüşlerini almış. Tamamen duygusal nedenler (yani gelir azlığı) temel sorunu oluştursa da ayrıntı sayılabilecek, aslında bir metnin kitaplaştırılmasında çok önemli olan yazım/imla tercihlerine dek birçok sorun var. Varlığı yokluğu tartışmasını aşıp bu meselelere gelmek de aslında editörlüğün kökleşmiş bir meslek olduğunu gösteriyor.
Çözümün yolu olarak “örgütlenme” görülüyor. Yazarların, çevirmenlerin, yayıncıların örgütleri var, sorunlarını çözmek için mücadele ediyorlar ama editörlerin örgütü yok. Zamanında bazı teşebbüsler oldu, Sevengül Sönmez de söyleşisinde “Editörler Platformu” girişiminden söz ediyor. Bir türlü biraraya gelememişler. Oysa dijital çağda bu iş çok kolay olmalıydı. Cansu Canseven her söyleşiden sonra editörlere “O mu Bu mu?” bölümünde yazım tercihlerini sormuş. Henüz “hoşgeldin” mi “hoş geldin” mi yazacağız, onda bile fikir birliği oluşturamamışız. Her yayınevi, her editör farklı bir imla kılavuzu kullanıyor. Belki de böyle somut bir meseleden yola çıkmak, ortak kullanılacak imla kılavuzunu tespit etmeye çalışmak gerek. Ortada bir somut mesele varsa örgütlenme daha kolay olur, diye düşünüyorum.
“Editörlük Zor Zanaat”, Haz. Cansu Canseven, Ekim 2024, Notos Kitap.
edebiyathaber.net (16 Ekim 2024)