33 yıl… Başlangıcından bugüne sektirmeden izlediğim bir kitap fuarı TÜYAP. Öncelikle okur olarak beni kendine çeken yanı var. Yazar ve yayıncı olarak fuarda yer aldığım süreçlerde de okurluğum ışıldaktı bana. Yurtdışı kitap fuarlarına taşınmayı da buradan görüp öğrendiğimi söylemeliyim. Çünkü bir süre sonra başkalarının ne yaptığını merak edip daha çok şey öğrenmek istiyorsunuz.
Bununla da kalmayıp, buradan hareketle kitabı bize taşıyan sektörün üretim süreçlerini görmek isteği başka fuarlara, yayın işleyişinin de mecralarına yöneltti beni. Örneğin; matbaa, kâğıt, dijital teknoloji, bir yayınevinin işleyişi, yayın ajanslarının çalışma biçimi, dağıtım pazarlamanın nasıl yapıldığı, kitabevlerinin yayıncı/dağıtımcı/okur ilişkileri…
Demem o ki, bir kitap fuarı her zaman yayıncı için öğretici, ufuk açıcıdır.
Açılış günü TÜYAP’ın Beylikdüzü’ndeki mekânında gezinirken şunu da düşünmekten alamadım kendimi: Her halde Bülent Ünal (ve yola çıktığı ekibi) bile, fuarcılığın (özellikle de kitap fuarının) böylesi bir aşamaya gelebileceğini düşünememiştir!
Taksim’deki The Marmara otelinin zemin katında o daracık stantlarda, sayısı elliyi bulmayan yayıneviyle yola çıkmak başlangıçta “tuhaf” gelmişti belki de bu işle ilgilenenlere.
Gelin görün ki, Tepebaşı’na da sığamayan fuar alan değiştirerek büyümeye, gelişmeye başladı.
Başlangıçtan beri onaylasam da, eleştirdiğim yanları çok oldu TÜYAP’ın. Özellikle de yayıncıların körü körüne sekiz günlük “sıcak para düşü”nü çok itici, hatta sektörün önünü kapatıcı olarak görüyordum. Bu düşüncem halen geçerli. Ama TÜYAP, bunu da görmüş olmalı ki; kulvar değiştirmeden genişlemeyi, açılımı seçti.
Gene de fuarın içeriğine, katılım profili ve çeşitliliğine baktığınızda batıdaki kitap fuarlarından başka bir yanı olduğunu hemen anlıyorsunuz.
Nedir bu derseniz; kültür platformu diye yanıtlayabilirim hemen. Giderek de bu zenginliği gözlüyor, Türkiye’nin birikimini, gelişme seyrini orada görebiliyorsunuz.
Dahası bir arada yaşayan melez kültürlerin, kimliklerin varlığını gözledikçe Anadolu coğrafyasında gezindiğinizi hissediyorsunuz.
Sanat fuarı, paneller, söyleşiler, imza günleri, ödül törenleri, vb. bütün bu çeşitliliğin birer yansıması. Özellikle de tematik yaklaşım fuarı daha geniş kesimlere taşıyor. Üstelik yayıncıların nasıl yayıncılık yaptıklarını, bunun için neler düşünüp tasarladıklarını gözleyebiliyorsunuz.
Demem o ki; TÜYAP Kitap Fuarı Türkiye’nin birikimini, Anadolu’nun zenginliğini taşıyor bizlere.
Kendi payıma birçok yeni yayını/yayıncıyı orada bulup tanıyorum, ulaşamadığım birçok yayın için katalog, broşür edinip seçimimi kolaylaştırıyorum. Yayıncılarla konuşup, yazar ve okurlarla buluşma/karşılaşma olanağı buluyorum. Kitap imza günü/saati yapmasam da, yapan yazarların okurlarıyla bağını gözlemleme olanağım oluyor.
Özcesi, kitap fuarı giderek kitabevlerinin yapamadıklarını yapmaya soyunuyor. Bu hem üzücü hem de sevindirici! Neden derseniz, şu artık bir gerçek ki; yayıncı neyi/niçin yayımladığını /yayımlaması gerektiğini biraz da fuarlardan öğreniyor. Oysa kitabevlerinin gelip bu fuarın işleyişine müdahil olmaları, yayıncılarla bağlantılar kurmaları gerekir. Biraz da kendilerine çeki düzen vermeleri… Belki de bu fuar, onlar için işlerini yapma konusunda kışkırtıcı olacaktır. Asıl bunu görmelerini isterim.
Sanırım, artık TÜYAP’ın bir tam gününü de kitabevleriyle yayıncıların buluşmasına ayırması gerekiyor.
Kitap fuarından bu kez umutlu döndüğümü söylemeliyim. Kurumsal yayıncılığı önceleyenlerle kültür yayıncılığındaki uzmanlaşma, butik yayınevi sayısındaki artış, İslâmi yayıncıların/muhafazakar kesimin yayıncılığı ciddiye almaları da bence sevindiriciydi. Yayıncılığı salt dini içerikli kitaplar yayınlayan bir çizgiden alıp ülke, dünya gündeminde olup bitenlere taşımaları, kültürel kimlikli yayınevi olma çabaları elbette ki dikkate değerdi. Bu açıdan gözlediğim, artık yaptığını iyi yapma çabasının ön planda olması.
Göz dolduran yayınevlerinin (Can, İletişim, Remzi, Yapı Kredi, Türkiye İş Bankası Kültür, Metis, Ayrıntı, Varlık, Bilgi, İmge, Literatür, Dergâh, Timaş, Everest…) artık kurumsallaşmış olmalarının yanı sıra model oluşturma çabaları da gene gözlediğim bir başka umut verici olguydu.
Butik yayınevlerinden söz edersek: Kolektif, April, Habitus, Avesta, İstos, Aras, Kalkedon, Helikopter, Versus, Yordam, Kolektif Kitap, Deli Dolu, Dedalus, Dipnot, Agora, Dost, İdea, benim açımdan göz dolduran yayınevleriydiler.
Birçok yeni yayınevi vardı ki, yayınları irdelenmeye değerdi. Bunlara da zaman ayırıp kitaplarına, yayın çizgilerine dikkatle eğileceğim, ne yapmak istediklerini anlamaya çalışacağım. Yayın sektörüne bunca ilginin ülkenin okuryazarlığının gelişimiyle ilgisi olup olmadığını sorgulamak bir yana, dünyaya açılma, eğitilmiş insanının kendini yetiştirme/ifade derdi birçok alanda düşüncelerini yazıya dökme çabası yayıncılığın da gelişiminde etkili elbette. Dahası, yeni teknolojiler sektörün kısa sürede atak yapmasına da neden olmuştur. Ülkemiz insanının kavrayışı, yeni yeni geliştirdiği, alıp dönüştürebilme gücü tartışmasız kayda değer bir olgudur. Çabuk öğrenen bir toplumuz. Yeter ki insanın önünü açabilecek eğitimi/olanakları verebilelim. Bu anlamda kitap fuarları da bir olanaktır yayıncılık için; görme/anlama/tanıma/biçimleyip kendini geliştirme açısından önemli bir mecradır üstelik.
Bir gün boyunca fuarda gezinip yayıncıların yaptıklarını gözleyip izlemek bile öğreticidir. Giderek yayıncılığımızın bu çizgiye evrilmesini önemsiyorum. Kitaba dönük ilgi okumaya, öğrenmeye dönük bir çabadır. Yaptığını iyi yapmak ise işin baş koşulu. Her zaman iyi kötünün aynasıdır. Bir süre sonra da yok olmasına zemin hazırlayandır. TÜYAP, bir bakıma, iyi fuarcılığın nasıl yapılabileceğinin de bir göstergesi olmuş, hatta rüştünü otuz yıllık zaman diliminde ispatlamıştır. Şimdi iş yayıncılarımıza düşmektedir.
Fuar gezintim sürecek, gözlemlerim de… Bir de uluslararası boyutuna yansıyanları elbette…
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (11 Kasım 2014)