Zeynep Kaçar’ın ikinci romanı ‘Yalnız’, Türkiye’nin son 19 yılındaki değişimi, giderek daralarak içine kattığı toplumu, bireyi ve kadını yok eden bir çember gibi anlatıyor.
1972 Lüleburgaz doğumlu Zeynep Kaçar tiyatro kökenli bir yazar. 1995 yılında MSM Tiyatro, 1999 yılında da İstanbul Üniversitesi Dramaturji bölümünden mezun olmuş. Kaçar’ın toplam 15 oyunundan oluşan 5 kitaplık bir ‘Toplu Oyunlar’ kitap serisi var. Oyunları şu ana kadar çeşitli bağımsız sahnelerde, Şehir Tiyatroları’nda ve Devlet Tiyatroları’nda sahnelenmiş, İngilizce, Çince ve Fransızca’ya çevrilmiş. Kaçar, çalışmalarında Sahne3’te yazar ve oyuncu olarak devam ediyor. Romanseverler ise Zeynep Kaçar’ı 2017 yılında yayınladığı ‘Kabuk’ kitabıyla tanıdı. 4 yıl aradan sonra yazar, Doğan Kitap etiketiyle yayınlanan ‘Yalnız’ ile tekrar aramızda.
‘Yalnız’, henüz çok genç, yatılı okulun demir yatakları arasında beraber sigara tüttürdüğü en yakın arkadaşı Özden’le rock star olup alemi kapıda kuyruk edecek konserler vermenin hayallerini kurarak günlerini geçiren Feray’ın 1989’da Bursa’da başlayıp 2019’yılında İstanbul’da devam eden hayatını anlatıyor. Hikaye elbette bu kadar basit değil…
Yıl 1989. Feray ve arkadaşlarının kurduğu Olvos grubu Tayyare adındaki mekanda ilk konserlerini vermek için sahnedeler. Eric Clapton’ın muhteşem şarkısı ‘I shot the the Sheriff’ ile girdikleri şarkının ikinci dizesiyle beraber Feray için ortam bir anda kararıyor. Feray hastanede gözünü açıyor ve başında onu hastaneye getiren kişiyle konuşmalarından Feray’a sahnede elektrik çarptığını ve kalp krizi geçirdiğini öğreniyoruz. Başlamadan biten bu konser Feray’ın hayatındaki dönüm noktası oluyor. Ölümden döndüğü gece bütün arkadaşları bir anda ortadan kayboluyor Feray’ın. Ona ilk müdahaleyi yapıp hastaneye getiren Veli var artık sadece Feray için. İlk seferde tutuluyor Feray Veli’ye. Sırılsıklam aşık. Veli de ona karşı boş değil. Ateş bacayı sarıyor. Veli’nin okulu bitiyor, Feray da Ankara Fizik’i kazanıyor. Nişan yapılıyor. Veli’nin zorunlu hizmeti bitince evlenecekler. Feray da öğretmenlik yapmak istiyor. Eş durumundan tayini Bursa’ya çıkacak. Zengin olup rahat bir yaşamın hayallerini kurmaya başlıyorlar. Nihayet muratlarına eriyorlar. Defne diye de bir kızları oluyor. Böylece mutlu aile tablosu tamamlanmış oluyor. Her mutluluğun bir süresi var elbet. Veli ve Feray’ın mutluluk kum saati de yavaş yavaş yukarıdan aşağıya boşalmaya başlıyor. Veli tüm gününü hastanede geçirmeye başlıyor. Feray ve Defne’yle hiç ilgilenmiyor. Feray’ın sinirler harap oluyor ve bir gece Veli gelmekte olanın ilk mesajını veriyor: “Ya benimle ve Defne’yle mutlu olmayı seçersin… Sen akıllı bir kızsın.” Ya da? İşte orası gelmekte olan kısım…
Yukarıda anlattığım kitabın girişinin özeti. Zeynep Kaçar’ın ileri gidiş ve geri dönüşlerle anlattığı kitabının bundan sonraki ‘2002’ yılı tarihli bölümü dananın kuyruğunun koptuğu yer. Bildiğimiz üzere; AKP, 2002 yılında yapılan genel seçimlerde tek başına iktidara gelmişti. Sonrası malum…
Kitapta bu bölümle (ya da yılla) birlikte Veli’nin ‘önderliği’yle beraber bir değişim başlıyor. Veli artık doktor değil. Eve gelenler doktor Veli’yi değil ‘Veli Hoca’yı soruyor. Esrara abanarak kafayı epey dumanlamış bir genci babası ‘cin çarpmış’ diye Veli Hoca’ya getiriyor. Çıkışta da portakal ve para veriyor. Ancak bu tıbbi bir tedavinin değil ‘Veli Hoca’nın güçlü nefesinin ücreti. ‘Veli Hoca’ nefesiyle herkese şifa dağıtıyor. ‘Hasta’ların yerini ‘müritler’ alıyor. Evde her gün ‘konuşmalar’ oluyor. Veli Numancılar adı verilen bir tarikata gidip gelmeye başlıyor. Rüyasında Hz. Muhammed’i gördüğünü söyleyerek kendini şeyh ilan ediyor. Feray’ı dövüyor, üzerine kuma getiriyor. Kızı Defne’yi elinden alıyor. En sonunda da Feray’ı günah diye ortalıkta görünmemesi için sandığa kilitlemeye kadar vardırıyor işi. Ancak Feray bir şekilde kurtulup hayallerini, geleceğini, kızını çalan herkesten intikam almak için kolları sıvıyor. En sonunda da alıyor intikamını.
Kitabın arka kapağında, “Zeynep Kaçar bir kadınla bir ülkenin aslında ne kadar benzediğini gösteriyor,” yazıyor. Burada anılan ‘kadın ve ülkenin benzerliği’ni bilerek sona bıraktım. Zeynep Kaçar’ın ‘Yalnız’da’ anlattıklarını bir çember gibi düşünebiliriz. En geniş yerden yani iktidardan başlayıp, daralarak evlerimizin içine giren, oradan da beyinlerimizde son halini alan ve bizi sıkıştırarak yok eden bir çember.
Kitabı bitirdiğinizde, yazarın Veli’nin nasıl değiştiğini, ülkenin değişiminin sadece Taksim’e Arapların doluşmasıyla, Kemancı’nın ‘barzo’ mekanına dönüşmesiyle, Numancılar tarikatının lideri Numan’ın, Feray’ın kızı Defne’yle evlenerek çok lüks bir villada oturmasıyla örneklendirmesini basit ve tanıdık olarak nitelendirip, “Bunları zaten biliyoruz,” diyebilirsiniz ki zaten öyle de. O yüzden ‘Yalnız’ın bir sihri yok. Bize gördüklerimizden farklı bir şey vaat etmiyor. Farklı bir şekilde de anlatmıyor. Zeynep Kaçar, son 19 yılda yaşadığımız ne varsa taşıyor kitabının sayfalarına. Bunu da en yalın haliyle, okuru detaylara boğmadan yapıyor. ‘Yalnız’, bir dert anlatma çırpınmasından ziyade olanı olduğu gibi anlatan bir kitap.
Burak Soyer – edebiyathaber.net (25 Mart 2021)