Tutsaklık ve irade | Hatice Balcı

Şubat 21, 2023

Tutsaklık ve irade | Hatice Balcı

Özgür Boran’ın, KDY etiketiyle yayımlanan romanı Kafes okuru 1990 yılının Ankara’sına götürüyor ilkin. Eğitim-öğretim döneminin ortasında başkentteki görevinden alınıp ilçedeki bir liseye sürgüne gönderilen Kemal otuz beş yaşlarında bir edebiyat öğretmenidir. Çocukları Deniz, Devrim ve karısı Zeynep’le Ankara’da yaşamaktadır. Yeni okulu yaşadıkları mahalleye iki buçuk saat uzaklıktadır. Evden çıkar çıkmaz terminale kadar dolmuşla gidecek, oradan otobüsle ilçeye ulaşacaktır. Roman soğuk bir Şubat gününde, sabahın henüz ortalığı aydınlatamadığı dakikalarda Kemal’in bu yolculuğu kafasında evirip çevirdiği düşüncelerle açılır. Az sonra Zeynep de uyanacak, kocasının endişelerine ortak fakat bir yanıyla da ona   destek olacaktır: Eşini kapıda uğurlarken her neyle karşılaşırsa karşılaşsın, başına ne gelirse gelsin hep yanında olacağını söyler ona.

Yeni bağlar

Kemal’in sürülmesinin nedeni okul müdürünün uygulamalarına yönelttiği itirazlarıdır. Müdür, okulun ısınma giderlerini öğrencilerden karşılamaya kalkışmış, talep ettiği parayı getirmeyen öğrencileri de herkesin gözü önünde küçük düşürmüştür. Kemal tüm bu olan bitenlere açıkça tavır alır. Yazar bu hikâyeyi romanın daha en başında anlatırken Kemal’in kişiliği hakkında çok şey söyler bize: Kahramanımız çevresindeki insanlarla- özellikle de öğrencileriyle- gerektiği kadarıyla iletişim kuran (ne bir gram eksik, ne de bir gram fazla) alelâde tiplerden değildir. Şefkatli, ilgili bir baba, iyi bir eş, sevilen sayılan bir öğretmen, özgürlükçü, eşitlikçi, hakkaniyetli düşünüp davranan duyarlı bir insandır. O soğuk kış gününün sabahında da, terminalde, simit satan ufak tefek bir çocuk dikkatini çeker. Yanına gider; tanışırlar, şefkatle sohbet eder onunla. Okulu bıraktığı hemen anlaşılan, dünyaya karşı merakla dolup taşan, akıllı, cevval bu güzel çocuğu, Ömer’i, hemen sever. Bir simit alır ondan. Giderken de evdeki ansiklopediyi getirip Ömer’e vermeyi kurar kafasında; hatta ona da söyler bunu. Günler geçtikçe de aralarındaki bağ güçlenir.

Kemal’in yakın bağlar kuracağı bir başka çocuk sürüldüğü lisenin öğrencilerinden Mustafa’dır. Çalışkanlığıyla, edebiyat sevgisiyle, yazdığı şiirlerle daha okuldaki ilk günlerde Kemal’in dikkatini çeker. Mustafa da Kemal’i sever. Şiir defterinin bir kopyasını verir hocasına. Öte yandan Mustafa’nın zekasını, gelecekteki çıkarları için kullanmayı planlayan birilerinin varlığından haberdardır Kemal. Yörenin tarikat şeyhidir bu kişi. Tarikatın, çocuğun ailesine kaynağı belirsiz ufak tefek yardımlar (aile oldukça fakir bir yaşam sürdürdüklerinden bu yardımlar büyür onların gözünde) akıttığını, çocuğu bu yolla sıkıştıracaklarını tahmin etmekte gecikmez. Yazar, bu durumu şöyle aktarır bize: “Kemal pek yabancı değildi bu tür dini yapılanmalara. Bu konuyla ilgili birçok kitap ve makale okumuştu. Son zamanlarda başka yöntemler izliyorlardı gerçi. Sözde Allah rızası diye başlıyorlar, o fakir ve akıllı çocukları yetiştirip kendilerine karşı borçlu hissettiriyorlar sonra da devletin içine monte edip işlerini görüyorlardı…”*

Kitaplar bizi daha akıllı yapar

Kendisiyle baş başayken sinemaya gitmeyi, âşık olduğu kızın elini tutmayı, onu öpmeyi hayal eden ama bunları yaparsa günaha gireceği söylendiğinden isteklerine gem vurmaya çabalayan Mustafa acı çekmektedir. Aslına bakarsak dergâh hakkında, şeyh hakkında şüpheleri vardır. Aylar önce yörenin zenginlerinden biri kütüphanesini liseye bağışlamış, Mustafa dolaşımdaki bu kitaplardan seçtiklerini eve götürmüş, o gün bugündür durmaksızın okumuştur. Küçücük odası kitaplarla doludur. Kuşkular içindeki Mustafa’nın zihni okudukça berraklaşır, kimi sorgulamalara girişir. Okuldaki birkaç öğretmenin şeyhle sıkıfıkılığı da düşünüldüğünde derdini birileriyle paylaşmaktan çekinen Mustafa’nın dergahtaki toplantıları katılımı mecburidir neredeyse. Gördüğü baskıyı, bunun yol açtığı içsel huzursuzluğu, mutsuzluğu nasıl aşacağını bilemez. Tam da o sıralarda tanışmıştır Kemal’le. Sonunda öğretmenine açıldığında Kemal ona kendi doğrularını bulabilmenin yolunun sorgulamaktan, sorgulamanın yolunun da bolca okumaktan geçtiğini söylediğinde Mustafa rahatlayacaktır.

İnsanca yaşamak

Ömer’in ailesi ise çok daha başka zorluklarla boğuşur. Evdeki tek yetişkin olan annesi sabah akşam gündeliğe giderek çok çalıştığı halde pek az para kazanır. Üstüne üstlük Ömer’in bakım ve ilgiye gereksinim duyan üç küçük kardeşi daha vardır. Ailenin, kendi geçimlerini sağlayabilecek gelirden yoksun kalmaları -başka bir deyişle sosyal devleti göremememiz- Ömer’in eğitim alamamasına, annesinin ezilmesine, kardeşlerinin elverişsiz koşullarda bırakılmalarına mal olmuştur. Halbuki güvenli, sevgi dolu bir ortamda büyümek; üniversiteye gidebilmek; aşkı bulabilmek; mecburiyetten değil zevk alarak çalışmak; kendini seve seve verebildiği, becerilerini, yaratıcılığını geliştirebildiği uğraşlar/işler edinmek en doğal hakkıdır insanın. Bu noktada, Kemal’in gerek kendi çocuklarına gerek öğrencilerine ve gerekse Ömer’le Mustafa’ya davranış biçimi şunu da der bize: Çocuklarla oynayın, konuşun, dinleyin onları; özcesi sevin, çok sevin.

Kurgunun gösterdikleri

Romanın kendi zamanına ek olarak 1975 ve 1985’e, o yıllardaki belirli bir zaman dilimine sürekli olarak gidip geliriz. Son bölüm ise 2013’le kapanır. Eser, yukarıda andığımız karakterlerin yanı sıra okul müdürü Yasin’le, Kemal- Zeynep çiftinin can dostları İbrahim ve Eylem’in yaşamlarından da kesitler sunar. Ana karakterlerin -Yasin hariç-birbirlerine duydukları sevginin özsel yoğunluğu umudumuza kaynaklık eder ama bir yandan da romandaki temel gerilimin dozu, sarmalandıkları sevginin gücünü aşar ve durmaksızın bir halatın üzerinde yürüyorlarmış ve her an düşebilirlermiş gibi gelir bize. Bu nedenle, anlatı boyunca tetikte kalır, bir dolu soru üretiriz:

Ömer’e ne olacaktır?

Mustafa tarikatın boyunduruğundan kurtulabilecek midir?

İbrahim’le Eylem onları soluksuz takip eden tehditi savuşturabilecekler midir?

Yasin’in boyun eğmek/boyun eğdirmekle şekillenen hayatı nereden gelip nerelere  savrulacaktır?

Kemal yine sürülecek midir?

Tüm bunlar roman boyunca merak konusudur ve aynı zamanda, bu sıkışmış hayatların kahramanlarının solunum cihazları diyebileceğimiz “özgürlük arayışları”nın biçimlerini sunar. Öte yandan, romanın sonlarına doğru okuru dehşete düşüren bir gerçeğin ortaya çıkışı Spotlight’ı** hatırlatacaktır. Bir insanın gönlünce benliğini oluşturabilme özgürlüğüne apaçık ve sinsice bir saldırıdır bu. Yaşamları söndürmeye dönük şeytanlıklar bizi afallatan o gerçekle de sınırlı kalmaz. Şeyhin eylemi/eylemleri, bir dizi başka karanlık işlerden biridir sadece. Nitekim yazar şiddetin bin bir türlü kılığını 1975 Akdere’sinde de, 1985 Mamak’ında da, 2013 Taksim-Gezi’de de gösterir bize.

Özgür Boran’ın romanı, biçeminden, anlatı olanaklarından ziyade karakterlerin hikayelerinin etkileyiciliğiyle belleğimizin ışıklı odalarından birine yerleşecekmiş gibi görünüyor. Yazar kitabın sonuna QR kodu okutarak ulaşabileceğiniz şiirlerini de koymuş. Bu dizeler sevginin, doğanın, acılarımızın, sayısız hak ihlallerinin dile gelişi aynı zamanda.

***

Yaşamak demek, içimize yerleşmiş bin bir çeşit korku olmadan kendimizi ifade edebilmek demektir. Dostlarla bir aradalığı tadabilmek, çevremize-doğaya-sanata-bilime duyduğumuz ilgiyi sürdürüp genişletebilmek demektir.  Ve tüm bunları yapabilecek vakte, fırsata sahip olabilmek demektir. Başka bir deyişle, yaşamak demek, hayattan zevk alabilmek demektir.

Tıpkı Kafes’te olduğu gibi yaşamın güzelliğini, sevmenin- sevilmenin değerini hatırlatan romanlar işlenen suçların üstü örtülmesin diye kimi soruları tekrar tekrar sorarlar bize. O halde, biz de kendimize ve başkalarına aynı soruları sormaktan vaz geçmeyelim. Kayıplarımıza ne olacaktır? Suçlulara ne olacaktır? Peki ya bizlere ne olacaktır?***

Dipnotlar:

*Kafes, Boran, Özgür, KDY, syf.57

**Spotlight, Yön: Tom McCarthy, 2015, drama, ABD,

*** 6 Şubat 2023’te meydana gelen depremlerden sonra kötü yapılaşma nedeniyle enkaz altında kalarak yaşamlarını yitiren on binlerce kardeşimizi (Türkiye’de ve Suriye’de) saygıyla anıyoruz.

edebiyathaber.net (15 Şubat 2023)

Yorum yapın