Ezber bozan dili, müthiş kurgusu ve aşırıya kaçmayan duygusallığıyla Üç Çocuk, Bir Öğretmen ve Unutulmaz Bir Gün, çeviri çocuk edebiyatında bir ışık gibi parlamaya hazır.
Destansı yol hikâyeleri edebiyat ve sinemanın önemli bir kolunu oluşturur; hatta içinde “yol” barındırmayan birçok anlatı bile “kahramanın yolculuğu” denilen bir serüveni tasvir eder. Kısaca bahsetmek gerekirse, bu anlatılarda başkahraman bir şekilde yola çıkar, başından geçen bir dolu olaya göğüs gerer ve sonuçta bu olaylar onu (ve varsa yoldaşlarını) değiştirir. Finale, yani hedefe vardığında da kahraman artık daha güçlü, daha idrak etmiş, daha olgunlaşmıştır. Yüzüklerin Efendisi’nden Matrix’e, Kayıp Balık Nemo’dan Oz Büyücüsü’ne kadar uzanan geniş bir yelpazedeki birçok eser bu izleği kullanır. Hatta karakter odaklı sanat eserlerinin başarısı burada yatıyor bile denebilir.
Tudem etiketiyle ekim ayında yayımlanan, Amerikalı yazar John David Anderson’ın ödüle doymayan romanı Üç Çocuk, Bir Öğretmen ve Unutulmaz Bir Gün de tam olarak bu düsturu benimsiyor. Özetle, hastalanan öğretmenlerine harika bir gün yaşatmak amacıyla yola çıkan üç ufaklığın başına gelen bir dizi trajikomik olayı ele alan kitap, karakterlerini eğlenceli olay örgüsünün içine cüretkârca atıyor ve şehrin keşmekeşinde onları şöyle güzelce bir sarsıyor; hem onları hem de okuru.
Steve, Topher ve Brand, çok sevdikleri, çok önemsedikleri öğretmenleri Bayan Bixby’nin uğruna, aslında hiç başlamamaları gereken bir serüvene atılıyor. Sıradan bir yetişkin için dünyanın en sıradan seyahati olan bu gündelik patika, şehir insanlarının dünyasına adım atmak zorunda kalan üç adet hobbit için hayatlarının yolculuğu haline geliyor. İşin kötüsü, bu üç hobbit bile kendi içinde son derece farklı. Hepsinin kendine has kaygıları, düşünceleri ve emelleri var. Ve yazar bunu bize başarıyla, sanki üç çocuğu gerçek hayatta gerçekten tanıyormuşçasına aktarıyor; her birinin kendi üslubu, kendi kelimeleri, kendi hisleriyle ve başarıyla.
Bir de Bayan Bixby var tabii; tüm bu hercümercin yegâne kaynağı; genç, güzel, idealist, sevgi dolu ve pembe saçlı bir öğretmen. Öğrencilerinin onu bu denli sevmesi hiç şaşırtıcı değil, çünkü yaratıcı ve itinalı bir öğretmenin çocuklar üzerindeki etkisini anlamamak güç oluyor kitabın paragraflarında.
Romanın en güçlü yönü, aynı zamanda yumuşak karnı: Bir hastalık. Yani gezindiği sular bir hayli tehlikeli aslında, her an bir çukura düşüp anlatısını tamamen değiştirebilir. Fakat John David Anderson bu tuzağa yaklaşmıyor bile. Ne bir gram duygu sömürüsü var kitapta ne de tek bir cümle klişe. Gücü de işte, tam olarak burada: Sahip olduğu müthiş duygusallık, kitabın içinde bir yerlerde saklı ve kesinlikle açığa çıkmıyor; ancak çıkmasa da, bir evin duvarlarından sızan rutubet gibi, kalbinize ve beyninize minik his partikülleri bırakmayı başarıyor. Hiç anlamadığınız bir anda, saçma sapan bir maceranın ortasındayken gözleriniz dolabiliyor ya da sömürüye en açık sahnede asfalyalarınız bir anda gevşeyebiliyor, kahkahayı koyuveriyorsunuz.
Bir başka parantez de üslup için açılmalı: Yazar hiçbir şekilde kolaya kaçmıyor, yani bir tane anlatı biçimi benimseyip onun yolundan gitmiyor. Mesela Brand’e sürekli yeni kelimeler bulduruyor, Steve’in birçok kavramı –ve de filmi– birbirine karıştırmasına izin veriyor, Topher’ınsa engin hayal gücünü ulu orta göstermesini adeta istiyor. Bu zenginlik de elbette, kitabın mecazi sayfa sayısını bir hayli artırıyor. Yani Brand’in deyimiyle, yazar bir an bile “avallamıyor”.
Ya verdiği hayat dersleri? Birçok yetişkinin de kulağına küpe etmesi gereken onlarca temel düşünceyi, çocukların ağzından son derece naif, son derece iddiasız bir şekilde aktarmayı başarıyor. “Kahraman olmak için ejderhayı öldürmelisin. Kolay iş değil ama en azından neyle karşı karşıya olduğunu bilirsin,” diyor mesela Topher, “Fakat gerçek hayatta ejderha diye bir şey yoktur. İşler asla bu kadar net değildir. Bazen savaştığınız şey sizden saklanır.” Ya da Brand’e uzatıyoruz kulağımızı ve o da bize şunu fısıldıyor: “Acıklı hikâyeleri herkes sever, acıklı hikâye kendi hikâyeleri değilse.”
Rengârenk karakterleri, yaratıcı kurgusu ve dengeli duygusallığıyla Üç Çocuk, Bir Öğretmen ve Unutulmaz Bir Gün, çocuk edebiyatının en özgün eserlerinden biri olmaya aday. Yani… İlk üçe giremese bile, Steve’inki gibi, en azından mansiyon garanti.
Ümit Mutlu – edebiyathaber.net (12 Ekim 2017)