“Çocuk Vitrinin Önünde Duruyordu” Zeynep Yenen’in üçüncü öykü kitabı, Aralık 2017’de Harf Yayınlarından çıktı. Yayımlanan bu kitap önceki kitaplarıyla, (Adam Vitrinin Önünde Duruyordu, Kadın Vitrinin Önünde Duruyordu,) aynı paragrafla başlamasının dışında, teması ve kurgusu farklı hayatlar üzerinden akış sağlayarak yol alır.
“Çocuk vitrinin önünde duruyordu. Birbirinden şık kıyafetlerden birini beğenmiş olacak ki cama iyice yaklaştı. Evet, şu kırmızı siyahlı olan tam istediği gibiydi. Elini cebine attı.”
Herhangi bir edebiyat eserinde bakış açısının çok büyük önemi vardır. Bize yol gösteren eserin anlatıldığı bakış açısıdır. Zeynep Yenen’in bu kitabında seçtiği öykülerin kahramanı çocuklardır.
Yazar onların çocuksu halleri üzerinden yetişkinlerin dünyasını bize göstermektedir. Zeynep Yenen’in çocuk kahramanları fikirsiz, bomboş, zamanla tecrübe kazanacak karakterler değildirler. Onlar fikri olan, büyüklerin dünyasına ayak uydurmaya çalışan bireylerdir.
Yazarın öykülerinin vazgeçilmez unsurları, “Metaforlar, fantastik unsurlar, sosyal sorunlar, mitolojik durumlar, sürpriz sonlar, masalımsı anlatım, kendiyle söyleşme” okuru edebi dünyaya savurur.
Zeynep Yenen’in öyküleri isim yerine aritmetik sıralıdır. Önceki kitaplarındaki bu gelenek “Çocuk Vitrinin Önünde Duruyordu” kitabında devam eder. Kitapta kırk öykü bulunmaktadır.
Yazarın öykülerinden bazıları incelendiğinde kitap hakkında bir fikir edinmiş oluruz.
Birinci öyküde yazar, ergenliğini yaşayan karakterin kendi bakış açısıyla dünyayı tanımaya çalışmasını, kendisine göre öz düşünce ve duygularının olduğunu vurgular. Masum çocukların nasıl hırpalandığını çocuk perspektifinden gözlemler. Öyküde tacize uğrayan çocuk yürek sızlatır.
İkinci öyküde çocuk elini cebine atarken kolunun altındaki kitap kolisini yere düşürür. Şaşkınlıkla yere eğilip kitapları toplamaya başladığında açılmış kitaplardan birinin üzerine bir süre fazla eğilir kalır. Sanki o sürede bir şeylere karar vermiştir. Çünkü doğrulduğunda annesine artık okumayacağını söyler. Okul çıkışı gittiği matbaadan bunun sonucunda tam gün ücreti de alacaktır. Çocuğa bakışından annenin okuma yazması olmadığını düşünen yazar, burada ben diliyle anlatımı güçlendirir. Yazar çocuğun düşürdüğü kitabın ismini okuyucuya gösterir. Böylece öykünün aydınlanması sağlanmış olur. Kitabın adı Sapiens’dir. Evrensel psikolojiyle temellendirilmiş olayları tarihsel boyutu içinde anlatan kitaptan ileriki satırlarda diyaloglar yer alır. Eğitim sisteminde Sümer uygarlığından bu güne kadar değişen hiç bir şey olmadığını çocuğun okuduğu kitap üzerinden okuyucuya yansıtır. En yakındaki kitapçı rafından bulup açtığı sayfayı bize okur. Şiddet okulda, izinsiz konuşmada, bira fıçısının başında her yerde vardır. Üstelik dört bin yıl önce! Sadece bu kadar da değildir. Akadların, Sümer kentlerini ele geçirmelerinden sonra Sümer topraklarında Akadca konuşulduğunu öğreniriz. Sümerce konuşan öğrenciye öğretmenin dayaklı tepkisini okuruz. Okullarda ve her yerde şiddetin aynı şekilde devam ettiğini, okuyan bunca insanın hiçbir şeyi değiştiremediğini umutsuzca söyler annesine. İkinci öykü çok katmanlı bir öykü olmakla birlikte bir o kadar yalın bir dille yazılmıştır.
Üçüncü öyküde yazar bize çocuğun kıyafeti üzerinden ekonomik durumu, hakkında bilgi vermektedir. Direk söylemek yerine sezdirmesi, öyküye edebi bir hava katmıştır. Çocuğun bulunduğu vitrinin önünden ayrılan anlatıcı, Ankara metrosundan terminale ulaşır. Kırıkkale otobüsüne yetişir. Yanına inanılmaz çok konuşan bir kadın oturmuştur. Bu yolcu sayesinde önce kahramanın niçin Kırıkkale’ye gittiğini öğreniriz. Daha sonra kadın yolcu kendi yol hikâyesini anlatırken, kendimizi evleri yanan bir ailenin dramını dinlerken buluveririz. Bu hikaye toplumsal bir olayın metaforik anlatımıdır.
Altıncı öykü babalığın sorgulanmasıyla başlıyor. Yazar öykünün sonuna kadar hiçbir ipucu vermez. “’Babalar kız çocuklarına çok düşkün olur,’ derler bizim oralarda, sizin oralarda da, senin için de öyle mi?” Öykü baştan sona babaya sorularla devam eder. Aslında bu sorular yazarın serzenişidir. Babaya hesap sormadır. Yaşamdan ölüme geçiş pimini çekmeye babanın aracı olması anına yaklaşıldıkça serzeniş artar. Sadece kendi çocuğuna değil, onunla birlikte ölen anlatıcının diliyle babadan hesap sorulur. Terörün soğuk yüzü şimdi küçük masum kızın bedenindedir artık. Hayal edilmesi güç bir son beklemektedir okuyucuyu. Yazar küçük bir not yazmıştır öykünün sonuna; “Bir haberden esinlenilmiştir.”
Yazarın yedinci öyküsü, vitrinde gördüğü kırmızı elbiseyi çok beğenen küçük kız, elini cebine atar, top şeklinde küçük bir şeker çıkarıp kâğıdını açarken deprem olur. Radyo 9,7 şiddetinde olduğunu belirtir. Büyük bir panik yaşanır. Bu anlarda doktorda muayene olan hasta da nabızsal atımlarının şiddetinden şikayetçidir. Yazar bu iki sarsıntıyı ilginç bir şekilde birbirine bağlar.
On üçüncü öykü, kitaba fantastik bir yaklaşımla atıfta bulunuyor. Yazarın kendi kitabını fantastik bir öğe olarak kullanması gündelik işler üzerinden verildiğinden abartılı durmuyor.
On yedinci öyküde anne oğul ilişkisini hanedanlık nüktesiyle anlatıyor yazar. Hanedan ibaresi yazılı zarfın açılması zaman yolcuğunda farklı bir çağa gidişin başlangıcı oluyor. Hareket, coşku, heyecan bizi Osmanlı tebaasına götürüyor. Yazar yavaş yavaş grafiker anne sayesinde bizi tekrar o çağdan çekip alıyor. Mekân neresi olursa olsun, çağların içinden geçip tarihi karakterlerin diriltilmesi sonra tekrar gerçekliğe dönülmesinde yazar hayal gücünü başarıyla kullanıyor.
On sekizinci öyküde yazar, “Neden kırk? Neden hepsi aynı paragraf?…” gibi kitabı irdeleyen, okuyucunun merak edeceği sorular sorar. Bunu doktor hasta seansı sırasında yapar. Yazarın çocukluğuna kadar gidilir. Öykünün sonuna doğru, doktor hasta kimliği çarpıcı şekilde sorgulanır.
Yirmi birinci öykü, radyasyon ölçümü, eşik değer, koloni limanı gibi terimlerle yazar öykü atmosferini sağlamlaştırıyor. Kıbrıs’ta geçen bu öykü okuyucunun gelecek yüzyıla ışınlanmasına zemin hazırlıyor. Fantastik unsurlar taşıyan öykü yazarın başarısını ortaya koyduğu gibi yenidünyanın günahlarını vurgulaması da dışa vurumuyla öne çıkıyor. Radyasyon alarmı verilmesi sonucu dünyanın boşaltılması gerektiğiyle başka zamanların kapısı açılıyor okuyucuya. Ancak hangi zamanda yaşanırsa yaşansın evlat sevgisi hep aynı kalıyor. Değişen sadece zaman oluyor. Düşte bile olsa.
Yirmi yedinci öykü bir kitap eleştirmeninin gözünden anlatıyor kitabı. Bir bakıma yazar kendi kitabını eleştiriyor, sorguluyor. Okuyucunun merak ettiği tüm konuları soruyor. Sert bir üslupla yazarın çok üstüne gidiyor. Öykünün sonunda okuyucuyu güldürürken düşündüren farklı bir final bekliyor. Eleştirmenin iç sesiyle kitaba ve yazarına yüklenildiği ilginç, çarpıcı bir öykü.
Yirmi dokuzuncu öykü, okul çantasının içinde canlı bomba kuşkusuyla başlıyor. Artarak verilen kaygı ve kuşku hissi terörün insanları ne hale getirdiğini mizahi bir anlatımla okuyucuya aktarıyor yazar.
Otuz sekizinci öyküde, Köy ağasının kendinden kırk sekiz yaş küçük kıza âşık olmasıyla kurgulanmış bölümü öykünün omurgası oluyor. Çünkü vitrinin önündeki kızın beliklerini tutturan mavi kelebek tokalardan, o kızın beliklerinin ucunda da vardır. Olaylara bitaraf kalan Muhtar, öğretmenin verdiği kitapları okuduğu için hastalanmış gibi görünse de farklı bir nedeni olabilir. Yorum okuyucuya bırakılmış. Olayların belli bir zaman sırasında düzenlenerek anlatılmasının yanında, olaylar arasında neden sonuç ilişkileri kurularak kurgu ortaya çıkarılmıştır.
Kırkıncı öykü yazar yazmak istediği öyküyü istediği gibi kurgulayabileceğini, gerekirse hiç yazmamış gibi tek tuşla o karakteri yok edebildiğini bize cebinden oyuncak tabancasını çıkaran çocuk kahramanı bilgisayarından silerek gösterir. Ancak istediği şekilde çözüme ulaşmaması, çatışmaya neden olur. Çünkü öykü kahramanı çocuk şimdi karşısındadır. Böylece yazar bir gerilim doğurur ve tüm bu beklenmeyen olaylar kurguya sağlamlaştırıcı etki eder.
Genel itibariyle yazar okuru, temalar ve kurgulama tekniğiyle merak duygusu içinde bırakır. Yüzey yapıda kurgunun bize gösterdiği olayları, derin yapıda ise birçok iç sorgulamaları yapabileceğimiz bir kitaptır, “Çocuk Vitrinin Önünde Duruyordu.”
Meliha Yıldırım – edebiyathaber.net (8 Şubat 2018)