Söyleşi: Bulut Uçar
Uzun yıllar çeşitli yayınevlerinde düzeltmenlik, editörlük yapan ve yazıları OT Dergisi’nde yayımlanan şair ve yazar Uğur Aktaş ile Cumartesi Kitaplığı’ndan çıkan yeni kitabı Gayrimeşru İstanbul hakkında konuştuk.
1997’den itibaren çeşitli dergilerde yer aldınız. Öncesinde, yazıyla tanışmanız nasıl oldu?
Aşağı yukarı herkes gibi, yazının bir anlatım yolu olduğunu ilkokul aşkım sayesinde öğrendim. İlkokul dördüncü sınıftaydı sanırım, aşk acısıyla oturup arka arkaya üç dört şiir yazmıştım.
Üç şiir, bir de öykü kitabınız olduğunu biliyoruz. İstanbul’un gayrimeşru hikâyelerini anlatma fikri nasıl oluştu?
Bir dönem yoğun şekilde İstanbul’la ilgili kaynak okumam gerekti. İstanbul’da yaşadığım semtlerle ilgili ufak tefek hikâyeler gözüme çarptıkça bunları toplamaya başladım. Eski İstanbul’un gayrimeşru işlerinin bugün de aynı yerlerde devam ettiğini fark edince –mesela fuhşun merkezi eskiden de, günümüzde de Aksaray ve Beyoğlu’dur– bunları bir araya getirmek istedim.
Önsöz’den, İstanbul’un gayrimeşru sokaklarında bulunduğunuzdan bahsediyorsunuz. Gayrimeşru İstanbul’u okumanın nasıl bir duygu olduğunu biliyoruz. Peki ya Gayrimeşru İstanbul’u yaşamak ve yazmak?
Her ne kadar yakınımda gayrimeşru işlerin döndüğünü gördüysem de bu işlere pek bulaşmadım. Yazmaya gelince, çok eğlendim ve şaşırdım açıkçası. Liseye giderken inip çıktığımız Gedikpaşa Yokuşu’nun başındaki Gedikpaşa Hamamı’nın bir dönem bu tür işlerin merkezlerinden biri olduğunu, okulumuzun bulunduğu Kadırga’nın kabadayılarıyla ün saldığını, denize girdiğimiz mendireğin kaçakçılık için kullanıldığını, dolaştığımız Kumkapı sokaklarında yeniçerilerin meydan kavgaları yaptığını öğrenmek ilginç ve eğlenceliydi benim için.
Özellikle Osmanlı döneminde geçen hikâyelerde, kitaplarda okuduğumuzdan ziyade günümüzden çok da farklı olmayan bir İstanbul’la karşılaşıyoruz. İstanbul’un gayrimeşru konusunda değişmemiş olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İstanbul kuruluşundan beri dünyanın en kozmopolit ve kaynayan şehirlerinden biri kuşkusuz; gayrimeşru hayatı da bununla uyum içinde elbette. Nasıl ki tarih boyunca Kazlıçeşme dericiliğin, Eyüp çiçekçiliğin, Tahtakale iç giyimin merkeziyse, gayrimeşru hayatın merkezleri de aynı kalmış.
Yaptığınız araştırmalarda ya da gördüğünüz örneklerde sizi en çok etkileyen hikâye neydi? Kitaba koymaktan çekineceğiniz kadar aykırı bir hikâye oldu mu?
Aykırılığına, rahatsız ediciliğine bakmadan karşılaştığım her hikâyeyi kitaba aldım; hatta bu kitabı yazmamdaki amaç bu türden hikâyeleri bulup çıkarmaktı. Beni en çok şaşırtan hikâyelerse, ayaklı meyhaneler, maymunların idamı, Bıçakçı Petri ve Kaliforniyalı Camgöz Gary oldu. Maymunların gemilerde gözcü olarak kullanıldığını, bu maymunların Azapkapı’daki dükkânlarda satıldığını ve fuhşa alet olması mazeretiyle ağaçlara asılarak idam edildiklerini öğrendiğimde hayli şaşırmıştım. Bıçakçı Petri ve Camgöz Gary’nin yaşadıkları ise değme Hollywood filmlerine nal toplatacak cinsten hikâyeler.
Gayrimeşru İstanbul’un devamı gelecek mi?
1960-1970’li yıllarda gayrimeşru işlere bulaşmış, şimdi emekli olmuş “abla” ve “abiler”le geniş söyleşiler yapıp kitaplaştırmak istiyorum, bakalım.
Son olarak okurlarınıza ne söylemek istersiniz?
İstanbul her yönüyle kayda değer, okunması, öğrenilmesi, yaşanması gereken bir şehir; ancak karanlıktaki hikâyeleri de yabana atılmamalı.
Bulut Uçar – edebiyathaber.net (17 Mayıs 2018)