Seray Şahiner’in son romanı Ülker Abla, kadınların dertlerine mercek tutan bir roman. Baskıcı baba ocağından, evlendikten sonra koca dayağından kaçan Ülker Abla, beslenme, barınma gibi temel ihtiyaçlarını giderebilmek için sürekli mücadele eden, çaresizce oradan oraya koşuşturan, hem özel hem de kamusal yaşamında sıkışmış bir portre. Sorunlar yumağı içerisindeki toplumda kendi el örgüsüyle, tığları ve şişleriyle, o yumağı küçük bir patik haline getirip satmaya gayret ederek, ayakları üzerinde durmaya çalışan bir kadın. Başaramıyor ama tekrar tekrar deniyor, uğraşıyor. Tümden bozuk düzende bedenen ve ruhen sağlam kalmak zor olduğundan roman boyunca yaşadığı gerilimi hep üstünüzde hissediyorsunuz.
Roman, cinsiyetler arası eşitsizliği ya alttasın ya üsttesin vurgusuyla göstermeye çalışıyor. Ataerkil namus kavramının yanlışlığını küfürlerde ve diyaloglardaki don vurgusunda görüyoruz. “Bu âlemde donun yoksa yaşatmazlar.” diyor Ülker Abla ve de -affınıza sığınarak yazıyorum- “s.kerler.” Feminist argosundan ziyade erkeğin o hoyrat, eril dilini elinden almak olarak okuyorum bu sözü. Bakın işte ben de sizin gibi küfredebiliyorum. Tanrılardan ateşi çalan titan!
Evet, kadın olarak doğduysan, yeryüzü bildiğin cehennem: Tekstil atölyesindeki patrondan, hastane hademesine kadar “kötü olarak erkek” figürü baskın. Hakaretin, dayağın, cinsel zorbalığın olmadığı tek bir karış toprak kalmamış. Tehlike sadece sokakta mı? Evlerin kadınlar için güvenilir liman olmaktan çıktığını görüyoruz. Ağırlıklı olarak elektrik trafolarının girişlerine yazılan “Dikkat Yüksek Gerilim” uyarısını dairelerin kapılarına asabiliriz.
Günümüzün iktisadi düzeninin alt sınıfların yalnızca emeğini değil, kan, ter ve gözyaşını da sömürmesinin yansımaları dikkat çekiyor. Batının peruk endüstrisine hammadde sağlamak için yoksul halkların kız çocuklarının saç uzatmalarının ötesinde bir şeyden bahsediyorum. Altta kalanın canını da kanını da emen bir düzen. Bedenin can suyunun takas edilebilir bir meta haline gelmesi: Kızılay kapısında tetikte bekleyerek, kan arayanlara kendi kanını para karşılığı satan, işlem sonrası karşılığında verdikleri bisküvi ve meyve suyuyla midesinin gurultusunu dindirmeye çalışan insancıklar.
Usulsüz çalışma düzeninin, güvencesizliğin yaygın olduğunu gözlemliyoruz. Formel işgücü piyasasında istihdam olanağı bulamayıp, asgari ücretin altında, yan haklardan mahrum, sigortasız çalışmanın kural haline gelmesi. Allah için Ülker Abla ona da razı! Sömürünün yaygınlığı, kural ve düzenin olmamasının yanı sıra işçi sınıfının örgütsüzlüğü ve bilinç eksikliği de lümpen kültürünün neşet etmesine yol açıyor. Hastabakıcıların aralarındaki bahşiş savaşları bunun yansıması. Gerçek düşmanınız sizi perde arkasından gülen gözleriyle izlerken aranızdaki bu kavga neyin kavgası? Diğer taraftan, bazılarının o yozlaşmaya kendisini kaptırmaması dikkat çekici. Dayanışma pratikleri geliştirmesi, ekmeği, tayını bölüştürmesi, umut kırıntılarına yol açıyor. Alt sınıfların, sömürüye karşı bir direniş biçimi olarak işten kaytarmaları da bir diğer tema.
Toplumda bugünlerde iyice yakıcı bir hâl alan, başını sokabilecek bir konut bulmak Ülker Abla’nın da sorunu. Kimsesizler geceleyecek tek bir yatak bulmak umuduyla hastanelere sığınmaya çalışıyorlar. Vatandaşlarına beslenme, barınma, sağlık, eğitim hizmetlerini sağlamak devletin anayasal sorumluluğunda değil mi? Oysa günümüzde mezarlıklar bile parayla! Hak aramak amacıyla sokağa çıkıldığında heyula gibi karşımıza dikilen devletin romandaki rolü güvenlik hizmeti vermekten ibaret. Ülker Abla’nın oğlunu zorunlu askerlik yüzünden ondan koparan ordu ve son sahnede, sokakta kimliğini sorgulayan polisi görüyoruz.
Fakat tüm bu tatsız atmosfere karşı mizahın, neşenin hayatı çekilir kılması; kimseyi iyileştirmemesi ama daha fazla acı çekmesini engellemesine de şahitlik ediyoruz. Yoksulların maruz kaldıkları zorbalıkları; mizahla, şen şakrak kahkahalarıyla, hatta dansla alt etmeleri, Bahtin’in karnaval teorisini aklıma getirdi. Baskının askıya alındığı yerdir karnaval alanı. Romanda yoksulların düğün salonları bir karnaval alanıdır. Ülker Abla, refakatçi olarak sığındığı hastaneye komşu düğün salonunu, karnını doyurmak için kaçak olarak sık sık ziyaret eder. Kim olduğunun sorgulanmaması için oğlan veya kız tarafının davetlisiymiş gibi rahat tavırlar takınır, göbek atıp oynar, hatta aile efradıyla fotoğraf çektirir. Hem eğlenir hem açlığını giderir. Mütevazi düğünlerde yiyecek ekmek bulamasa da servis edilen pastaları atar ağzına.
Son olarak, günümüzün büyükşehrinde, apartmanın, değişen toplumsal yapıdaki bozuklukların kristalleşmiş halini göstermesini deneyimliyoruz: Yapay komşuluk ilişkileri, çekişme ve dedikodu, binaya giren çıkanı gözetleme, görevlinin sömürülmesi. Modern apartman yaşamı, toplumun aynasıdır.
İşte bunlar Ülker Abla romanının bana söyledikleri.
Kaynak: Ülker Abla, Seray Şahiner, Everest Yayınları, Ekim 2021.
edebiyathaber.net (8 Ağustos 2022)