Ulus Baker ismi çok şey çağrıştırır; sinema, felsefe, duygular ve erken yaşta daha söyleyecek çok sözü olan bir düşünce insanını kaybetmenin hüznü.
Ulus Baker yeni bir düşünme biçimi öğütlemiştir bizlere ne pozitivizmin sayılı, verili, kesinlikli evrenselci epistemesi, ne de hermeneutik (yorumsama) yönteminin açık uçluluğuna dayalı bir episteme anlayışı, o hislerin ve sezgilerin sosyolojisinin peşine düşmüştür. Kanaatlerden İmajlara; Duygular Sosyolojisine Doğru adlı doktora tezini de bu bağlamda oluşturmuştur. Tez Harun Abuşoğlu çevirisiyle 2010 yılında Birikim Yayınları tarafından basılmıştır.
Ulus Baker ismi söylediğimiz gibi çok şey çağrıştırır; derin, düşünmeye iten bir felsefe ve sosyal bilimlerin bu gün içerisinde bulunduğu duruma dair önemli kavrayışlar ilk akla gelenler. Bu nedenle “Kanaatlerden İmajlara; Duygular Sosyolojisine Doğru” kitabından sık sık bahsetmek belki de gereklilik. Ulus Baker’e göre, günümüz toplumu kanaatler toplumudur, kanaatler toplumu dediğimiz şey ona göre; Deleuze’ün denetim toplumu ya da Foucault’ nun disiplin toplumu dediği şeyle aynı anlama gelir. Çünkü kanaatler düzeyinde özgür olsanız bile denetim altında olmaktan kurtulamazsınız. Ayrıca kanaatler, yürürlükte olan sorulara verilen yanıtların filtrelenerek toplulaştırılmasına hizmet ettiği, bunların da hep birlikte malumat setlerine dönüştürüldüğü bir alana işaret eder. Yani kanaatler cevabı belli soruların toplumsalın sınırları içerisinde, denetimli ve disiplinli bir şekilde sorulup sınırlı cevapların alınmasına neden olur, yüzeyseldir ve düşünmeye sevk etmez.
Ulus Baker özellikle imajlar üzerinde durur, günümüz toplumu için belirleyici olan şeydir imaj, çünkü her kuşak bir diğerinden daha az okuyan ancak daha çok izleyen bir duruma gelmiştir. Ayrıca düşünmeyi hedefleyen bir kavrayışa sahip olmak istiyorsak da imajlara ihtiyacımız vardır çünkü imaj yoksa fikir de yoktur ve o zaman düşünemeyeceğiz demektir -ki Ulus Baker felsefesinin temeli düşündürmeye dayalıdır. Bu nedenle imajlar da düşünmeye sevk etmelidir. Fakat felsefe her fikrin bir imajı yoktur gibi bir görüşü savunur durumdadır. Oysa fikirlerin imajlarla bağlantısı vardır, fikirsel imajlar çağlar boyu değişken bir biçimde var olmuşlardır. İki türlü imaj vardır doğru imaj ve herhangi bir imaj, seçmemiz gereken herhangi bir imajdır. Belki de çünkü doğru imaj üst yapının ya da kurumların görmemizi istediği imajdır. Genel ahlȃka, devlet iktidarına uygundur. Ancak herhangi imaj hayret vericidir. Bizde bir akıl şoku yaratabilir ve bizi düşündürebilir. Bu nedenle Sosyal bilimler, felsefe ya da sinema içinde herhangi imajlar önemli olmalıdır. İmajlar yeni bakış açıları yaratmalıdır. Bu imajlar bizi düşünceyle buluşturan imajlar olmalıdır ve biz bir imajla karşılaştığımızda yeni bir bakış açısı edinmeliyiz; çünkü ona göre hiçbir şey yeni değildir, yeni olan şey bakış açılarıdır.
Ulus Baker kanaatlere dayalı düşünce sisteminin toplumsal tipleri belirsizleştirdiğinden de bahseder. Toplumsal tip Simmel’ e göre tanımlanmış olan tiptir. Bir şeyin toplumsal bir tip olabilmesi için bir kurum ya da iktidar tarafından görünür olması gerekir. Örneğin: Yoksulu yoksul olarak tanımlamak bir vakfın onunla ilgili yaptığı bir hayır organizasyonu yapmasına bağlıdır. Baker’ e göre Foucault bir dönem bunu başarmıştır, onun “tehlikeli birey” olarak adlandırdığı şey, bir toplumsal tiptir. Bu nedenle toplumsal tiplerin tam olarak ortadan kalktığını söyleyemeyiz ancak günümüzde toplumsal tipler zayıflamıştır. Toplumsal tipler önemlidir çünkü onlar birbirlerini etkileyen bireysellikler içinde esasen “duygulanırlar” ve “duygu doğururlar”, bu da kanaatlerdense duygular sosyolojisine götürür.
Yukarıda bahsettiğimiz her şey aslında duygular sosyolojisine doğru bir yolculuğu içerir. Duygular sosyolojisi hislerin ve sezginin sosyolojisidir. Bu sosyoloji pratiği hiçbir suretle “bilimsel bilgi” kılavuzluğunda oluşmayıp sadece enformasyon ve kanaate dayanmaktadır. Hisler, basın ve televizyon tarafından yönlendirilebilir ama sezgi hiçbir zaman yönlendirilemez: O insanın kendini kamunun kanaatinden olduğu gibi, aynı zamanda artık “toplumsal tiplere” değil, tersine “imaj tasarımı” alanına ait bulunan imajların temsil edilişinden de kurtarabilme yoludur. Aslında duygular sosyolojisi daha açık bir şekilde duyguları gündelik yaşamın pratiğinde kullanıma sokmaktır. Duygular sosyolojisi yalnızca toplumsal araştırmanın niteliğine dair bir eleştiri sunmaz. Yorumcu epistemolojik tarza ve sosyal bilimlerin bu noktada düğümlenmiş sorunlarına ışık tutar. Duygular sosyolojisinin oluşumunda Spinoza’ nın “duygular öğretisi” oldukça önemli yer tutar.
“Kanaatlerden İmajlara Duygular Sosyolojisine Doğru” kitabı toplum bilimleri ve belgesel filmcilik arasında bir birleşim kurmayı amaçlar. Bunu yaparken Vertov’un sine-göz ve sine-hakikat kavramlarını, video konusunda da Godard’ın videoyu düşünen bir cihaz olarak görme yaklaşımını esas alır. Kısacası; toplumsal tipler yaratılmalı, sinema veyahut video ile görselleştirilmeli, düşündüren imajlarla yeni bakış açıları sunulmalıdır. Böylece kanaatlerin denetimli ve sınırlı bilgisinden duygulara dayalı bir bilgi kavrayışına geçiş sağlanabilir.
Tez Jürisinin ertesi günü duygularını yazarken beş altı yıldır uğraştığım bu tezden geriye “sadece biraz hüzün kaldı” diyecektir Baker. Ancak ondan geriye sadece hüzün kalmadığını gösteren çok şey var elimizde, bu nedenle bu düşündüren düşünür üzerine daha çok düşünmek gerek belki de.
Emek Erez – edebiyathaber.net (27 Şubat 2014)