Japon asıllı Kanadalı yazar Joy Nozomi’nin yazdığı Obasan, İkinci Dünya Savaşı’na Pasifik Cephesi’nde maruz kalanlar tarafından bakan bir kitap. Nozomi’nin, soğukkanlı diliyle insanın savaş karşısındaki çaresizliğini, umudun ölüme dönüştüğünü ve aradan 70 yıl geçmesine rağmen devletlerin günümüzle kıyas götürmeyen politikalarının geçerliliğini üstüne basa basa anlattığı Obasan, günümüzün konforlu insanının huzurunu kaçırarak ufak da olsa bir silkelenme ihtimali yaratıyor.
İkinci Dünya Savaşı, Hitler’in başının altından çıkıp milyonlarca insanın canına mal oldu. Teferruata gerek yok. İnsanlar yakıldılar, boğuldular, ölümün bile en insanlık dışı halini yaşadılar. 1939 yılında başlayıp 1945’e kadar süren savaşta her ne kadar Almanya ve Sovyetler Birliği kapışması öne çıksa da 7 Temmuz 1937 ile 14 Ağustos 1945 arasında gerçekleşen ve Pasifik Cephesi olarak adlandırılan bölgedeki savaş, ‘İkinci Bükü Savaş’ı gerçek bir ‘Dünya Savaşı’ haline getirdi. Japonya’nın Çin’e saldırmasıyla dinamiti atılan çatışmalarda, yine Japonya’nın 7 Aralık 1941’de Amerika’da Pearl Harbor’a saldırmasıyla o dinamit patladı, Amerika resmen savaşa dahil oldu ve sadece geçtiğimiz yüzyılın değil tüm tarihin en kanlı kıyımlarından biri yaşandı. Ve savaşın bitimine doğru insanlık da köprüden önceki son çıkışını 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya, 9 Ağustos’ta da Nagasaki’ye Amerika tarafından atılan Atom bombalarıyla yaşadı. Geriye ise sadece ölüm kaldı. Savaşlardan geriye sadece ölüm kalmaz mı zaten? Ha nefes alan ha almayan…
Japon asıllı Kanadalı yazar Joy Nozomi’nin yazdığı Obasan, İkinci Dünya Savaşı edebiyatının Avrupa tarafındaki kadar “ilgi görmeyen” Pasifik Cephesi’nde yaşananları konu edinen yarı otobiyografik bir roman. Ancak Obasan, konuya çok farklı bir yerden, “yaşayan ölüler” tarafından asılıyor. Kanada’da öğretmenlik yapan 30’lu yaşlarındaki Nakame’nin amcasının vefat edişini öğrendikten sonra yengesi Obasan’a yaptığı taziye ziyareti sırasında sülalenin büyük bir kısmının bir araya gelip “o” günleri Nakame’nin ağzından dinlediğimiz kitapta, Nozomi’nin asıl değindiği nokta savaşın yıkıcılığının altında bir de faşizmin, ırkçılığın ötekileştirilmenin ne demek olduğunu gözler önüne seriyor.
Savaş başladığında kulaktan kulağa yayılan Kanada’daki Japonların tasfiyesi dedikodusunun etrafında dönen Obasan bir yandan Kanada’yı kendi ülkeleri görmekten çok, kimlik olarak birer Kanadalı olduklarını tanımlayan Japonlarla, onları aynı Hitler’in yaptığı gibi çalışma kamplarına gönderme ‘usulüyle’ ülkeden defetmeye çalışan Kanada devletinin yaptığı zulüm arasında sıkışıp kalmış insanları bol bol flashback’lerle anlatıyor. Akla hayale gelmeyecek kanunlarla, emirlerle, yöntemlerle adeta kendi ülkelerinden nefret ettirilerek uzaklaştırılmaya çalışılan Japonların, “Burası bizim ülkemiz,” ısrarlarının beyhudeliği yolu bu kamplardan geçmiş yazar Joy Nozomi’nin soğukkanlı anlatımında vücuda geliyor. Burada bir parantez açmakta fayda var: Nakame ve akrabalarının, eşi dostunun tasfiye planı ve artık eyleme geçmiş hali sürerken Nozomi’nin bir yandan da hayatın devam ettiğini buz gibi bir dille anlatması romanın etkisini kat be kat artırıyor. Gazeteler, Kanada devlet yetkililerinin Japonların ülkeden gönderilmesiyle ilgili çarşaf çarşaf haber yaparken anneleri kaybolan, babalarından uzun süredir haber alınamayan Nakame ve abisi her şeyden habersiz hayatlarına devam ediyor. Bu rutine biz de eşlik edip Kanada kırsalında dağ, tepe, bağ, bayır dolaşırken binlerce kilometre uzakta gökyüzünü aydınlatacak bombaların patladığı, yarım kollu, bacaksız insanlar kan göletinin içinde ilk sersemliğini üzerlerinden atmaya çalıştığı haberleri geliyor. “Ateş düştüğü yeri yakar” ve türevi birçok özlü söz savaşla beraber geçerliliğini yitiriyor. Ve kendine has bir “normal” yaratıyor. Joy Nozomi’nin kalemi de işte tam bu sırada işlemeye başlayarak okuru, kendi “normalinin” içine sürükleyip bir lobotomi işleminden geçiriyor.
Obasan her yönüyle rahatsız edici bir roman. Böyle olması da daha iyi zaten. Zira aradan 70 yıl geçmesine rağmen elimizde kumanda, diğerine akıllı telefonumuz, dünyada olup bitenleri izleyip tıraştan bir tepki göstermek dışında bir işe yaramayan biz kalın kafalıların huzurunun kaçmasıyla, ufak da olsa bir silkelenme ihtimali ortaya çıkar ve işte o zaman düşünmeye başlarız. Kim bilir, belki…
edebiyathaber.net (30 Eylül 2022)