Umutsuzlukların umuda, bitişlerin başlangıçlara bağlandığı döngüsel olaylar zincirine çevirmenler, yazarlar, yayıncılar, doktorlardan oluşan kalabalık ve renkli bir kişi kadrosunun eşlik ettiği “Sözlerin Ağırlığı”, âdeta dilin hayat olduğu duygusu uyandırıyor.
Yaşam hakkındaki felsefesini psikoloji, edebiyat ve sanatın perspektifinden süzerek okura aktaran Pascal Mercier, “Lizbon’a Gece Treni”nin de yazarı. Sia Kitap’tan çıkan “Sözlerin Ağırlığı”, Trieste’nin edebiyat, Londra’nın sis kokulu havalarının sindiği sayfalarıyla okuyucuyu anlam yüklü olayların merkezine sürüklüyor.
Yazar, eşini yitirmesinin ardından başarılı çevirmen Simon Leyland’ın Trieste ve Londra arasında eşzamanlı olarak geçen yaşamında başına gelenleri ve karşılaştığı insanlarla kurduğu ilişkileri hem okuru yormadan hem de merak unsurunu sürekli canlı tutarak dile getiriyor. Yaşam felsefesiyle harmanlanmış psikolojik tahliller ve içsel konuşmalar okurun kendi kendisiyle karşılaşmasını da sağlıyor.
Mercier, yaşadığımız sürece her an her şeyin olabileceği ihtimalini hatırlatırken parlak bir umut aşılamayı da ihmal etmiyor. Yaşama duyduğu açlıkla Oxford’u yarıda bırakarak ideallerinin peşine düşen bir çevirmenin hayallerini yakalamaya çalışırken çarpıştığı hayatın gerçekleri, pek çok insanın başına gelebilecek türden olaylardır. Burada asıl dikkati çeken, sırf “eline uymuyor diye geri çevirdiği çevirilerin olduğu” cesur çevirmenin yaşamın kendisini sürükleyip bıraktığı yerden devam ederken şartları lehine çevirişindeki bakış açısıdır.
“Yaşamak güzel, çünkü yaşamak başlamaktır, her zaman, her an,” mottosunu benimseyen Leyland aracılığıyla yazar, insanın hedeflerinin bir anda değişebileceğini ve bunun kulağa inanılmaz geldiği kadar güzel de olabileceği düşüncesini işliyor. Bu arada yaşamlarını yarı uykudaymışçasına bilinçsizce tüketen insanlara karşı da yaşam anahtarları sunarken; “Verilen hayatı nasıl kullandım?… Kimi tanıdım ben, gerçekten tanıdım? Kime yalnızca alıştım?” gibi soruların cevabını arıyor.
Kurgu boyunca zaman kavramının derinliklerine inerek ustaca işleyen yazar, Leyland’ın yaptığı iç hesaplaşmalarla çoğu insanın yaşadığı endişeleri ortaya koyarken felsefi yaklaşımıyla da mantıklı bir sonuca ulaştırmayı ihmal etmiyor: “Şu anda, ömrüm boyunca hayatın artık başlamasını beklemişim gibi geliyor bana. Sanki kendi hayatımda asla tamamıyla var olmamışım, bulunmamışım gibi… Nasıl bir şey başlayan bir hayat sayılır?…”
Yazarın, zamana tutunma duygusunu işleyişi oldukça etkileyici: “Bunu ancak insanlar yapabilir… hayatı ellerinden kaçırırlar,… telaşlı, zorba, buyurgan bir zamana teslim olurlar. Hayvanlarda böyle bir şeye rastlanmaz, her an, neyseler odurlar, bulundukları zamanın donukluğuna gömülüp kendilerini unuturlar.”
İdeal bir eş ve iyi bir baba olan Leyland’ın özel yaşamında yalnızlığı tercih etmesi kurguyu aşktan uzak tutarken daha çok insanların zayıf yönlerini ve iradelerini kullanma tarzlarını işleyerek kişisel gelişim, psikoloji ve felsefeye yaklaştırıyor: “Acaba hakikilik yanlış ipucu mu? Asıl önemli olan başkalarının benden beklentileri miydi ve ben bunlara fazla mı öncelik verdim? Öyle ki kendi hayatımı yaşamak yerine başkalarının benden bekledikleri hayatı mı yaşadım ben?”
Satır aralarındaki betimlemeler Mercier’in tarzına yakışır şekilde mükemmellikleriyle dikkat çekiyor: “Açıklardaki bir buzulun üzerindeymiş gibi oturuyordu orada, sanki gitgide uzaklaşıyordu, ulaşılmazdı, bir başka, daha uzak bir zamandaydı,”
“Sözlerin Ağırlığı”nın hayata karşı koyan bir tarzı var. Kimi zaman onunla uyum içindeyken kimi zaman şartlara karşı dik başlı ve karanlığın gözlerini kamaştırdığı kahramanlarıyla tarz sahibi bir kitap.
Maltaca, Berberice, Sardunya dili gibi dilleri öğrenen kahramanına Bükreş’te Bulgarca kahve ısmarlama, Homeros Yunancası ile turist gezdirme, Akdeniz’e kıyısı olan tüm ülkelerin dillerini öğrenme hayalleri kurduran bir yazarın kitabını okurken zevk almamak elbette imkânsız: “Bir başkasının özgürlüğüne tanık olunca insanın kendisinin de özgür kalabileceğini bilmezdi Leyland.”
Mercier’in sözcüklere tutkun kahramanı sayesinde Galce ve Yunanca şiir kitaplarının durduğu kitaplıkların, dillerin, edebiyatın, kurulan nitelikli dostlukların dünyasında dolaşmak, farklı şehirlerin havasını solumak, ruhunuzun anlamların mekânı olmuş satırların arasında salınmasını sağlıyor.
Başkalarına “kendi dilinin sesini ödünç veren ve onların dilinde özel seslerini bulmalarına yardımcı olan” bir çevirmenin kendi sesini aradığı süreçteki içsel yolculuğunu ve bu yolculuk sırasındaki insanca çabasını dile getiren “Sözlerin Ağırlığı” hayatınıza eşlik edebilecek kitaplardan biri…
Selva Trak Ulupınar – edebiyathaber.net (2 Mart 2021)