Zirvedeki İzler Cafer Algül’ün Mart 2021’de Öteki Yayınevi’nden çıkmış romanı. Kitabı ilk açtığımızda başlıktan sonra, ithaf sayfasıyla karşılaşırız. “Mezarları dağ başlarında kalmış göçerlerin hatırasına…” Bu bize ne ile karşı karşıya olduğumuza dair küçük bir tüyo verir. Bir göçer hikâyesi bekleriz. Ama birinci kısımda Aladağlar Emler Zirve’ye tırmanan bir grup dağcıyla karşılaşırız. Yazar bu gruptaki kişilerin isimlerinden bahsetmez. Altmış iki yaşında bir kadın doğum doktoru diğerlerinden çok daha fazla öne çıkar. Gizemli davranışlar sergiler.
Birkaç sayfa sonra, kıl çadırda yaşayan Turna ve oğlu Mustafa’yla tanışırız. İlerleyen bölümlerden birinde Turna’nın ağaçlık bir arazide Mustafa’yı doğuruşuna şahit oluruz. Aslında anlatılanların dağcılar arasında konuşulan şeylerin birer yansıması ya da hayata geçmiş şekli olduğunu görürüz. Her şeyin doktor tarafından hayal edildiğini fark ederiz. Kitap ilerledikçe göçerlere ait bölümler de artar. Dağcıların maceraları, ikinci kısımda yerlerini tamamen göçerlerin hikâyesine bırakır. Çünkü dağcıların misyonu, dikkati göçerlerin üzerine çekmektir. Bir yandan da bize yöreyle ilgili çeşitli bilgiler verirler.
Bildiğiniz üzere göçebelik ya da göçerlik, bir topluluğun, yaşamını sürdürebilmek için koşullara göre aralıklı olarak yer değiştirmesi geleneği. Yerleşik yaşayanlar onları tarım alanlarına zarar veren, yerleşim merkezlerini yağmalayan, sosyal hayatı yaşanmaz hale getiren topluluklar olarak görürler. İnsanların bu bakış açısı göçerler için hayatı zorlaştırıcı bir etki olsa gerek. Kitaptaki göçer aile de atalarından devraldığı bu hayatı sürdürmekte zorlanır. Oba Beyi Duran içinde bulundukları durumu şöyle ifade eder: “Devlet bizi adam yerine koymuyor. Açıkçası diyor ki, “Bu göçerlik işi bitti. Atan yaptı, koydu, göçtü. Benim dağdaki adamınan bir işim olmaz! Hırlı mısın, hırsız mısın, eşkıya mısın bilemedim hemşerim; git ayağını basacak bir yer bul, anca seni öyle adam yerine koyuyorum.” (s. 138) Bu, aynı zamanda romanın ana fikrini teşkil eder: Göçebe ailenin yerleşik düzene geçişi. Duran’ın oğlu Okumuş’un ağzından göçebeliği bırakmanın olumsuz yanları verilir. “Siz, çöl halifesinin avucunun içine alıp da kendine çeviremediği Türklersiniz. Siz burada beş on çadırla dağlara sığınmış Türk’ün son kalesisiniz. Siz de giderseniz, siz de köy kurup geleneklerinizi unutursanız, yıllardır süren savaşı kaybedeceksiniz. Siz kaybettiğinizde millet de kaybedecek. Çünkü siz bu milletin geçmişiniz hatırlatıyorsunuz.” (s.139)
Süreç devam ederken göçer aile büyük bir acı yaşar. Aralarında Turna’nın oğlu Mustafa’nın da bulunduğu üç genç Aşılık Kayalıkları’dan aşı boyası almaya çalışırken yamaç çöker. Üçü de hayatını kaybeder. Çocukların toprağa verilmeleri şöyle anlatılır: “Yarı ayet yarı ağıtla, yarı kürek, yarı avuçla, feryat figan içinde üç mezar toprakla dolduruldu. Başlarına ve ayakuçlarına Aladağlar’ın ak ve yassı taşlarından birer tane yerleştirildi.” (s.227)
Defin işleminin “Yarı ayet yarı ağıt” biçiminde anlatılması bize ailenin İslam dini ve Şamanizm arasında sıkışıp kaldığını gösterir. Turna’nın doğum yaparken altında yattığı ulu meşe ile yaptığı konuşma aynı mantık çerçevesinde gerçekleşir. “Ulu baba, anam da ben de senin gibi ulu bir ağacın altında doğduk. Seni hep ulu bildik de dallarının altına sığındık. Ne umduksa senden umduk. Pirlerin, kırkların aşkına, Haydar Dede’nin hatırına yavrumu kurtar.”” (s.42) Öte yandan konuşmalar bize göçer ailenin Alevi olduğuna dair ipuçları da verir. Onlar için kültürlerini korumak büyük bir önem arz eder. Yerleşik hayattan da bu nedenle korkarlar.
Nasıl birinci kısmın başkarakteri doktorsa ikinci kısmınki de Turna olarak karşımıza çıkar. Okumuş okuduğu kitaba şöyle yazar: “Umut turnanın kanadında.” (s.194) Yazar dayısının oğlu Okumuş’u kullanarak yüzlerce yıllık kültürün geleceğini Turna’nın üzerine yükler. Aynı şeyi teyzesi Bezik’in sözlerinden de anlarız: “Yeğenimin adının hürmetine bizim obaya bir şey olmaz. Güzeller güzeli yeğenim, ziyaretini eder, niyazını eder, her sene anası babası için kurban keser, sadakasını dağıtır. Siz korkmayın, bize hiçbir şey olmaz. Durna bize yeter.” (s.146)
“Başdeğirmen Köyü Seyhan’ın akışının son bulduğu köydür. Yüce dağlardan gelen suların ovada sustuğu yerdir. Seyhan gümbürtülerle akar; ovaya inecek olmanın sarhoş sevinciyle, içindeki koca kayalarla şakalaşır, girdaplarda döner, köpüklü çığlıklar atardı. Biraz sonra ovaya düşmenin şaşkınlığıyla susacak, denize kadar sarhoş kıvrımlarla akıp bütün ölümlüler gibi kendinden habersiz, geldiği denize varlığını teslim edecekti.” (s.271) Ama yalnız Seyhan’ın değil, göçer ailenin deve üstündeki hayatlarının akışı da bu köyde son bulur. “Tavanı çam kütüklerinden, küçük pencereli, tahta merdivenli, toprak damlı; altı ahır, üstü üç odalı” (s.233) evini yapan çadırını sökerek içine girer. Hiçbiri kendini neyin beklediğini bilmez. Sadece değişen şartlara ayak uydurmaya çalışırlar. Hayatta kalabilmek için direnirler. Ama bir şeyi hesap edemezler ya da bilerek göz ardı ederler. Değişim yalnız barınaklarda değil, aynı zamanda örf ve adetlerde gerçekleşir. Bu durum kitapta şöyle ifade edilir: “Hayatta kalmak, belki değişen şartlara ayak uydurmaktı. Ya da değişim, fark ettirmeden gelen ölümün bir başka adıydı…” (s.256)
Her ne kadar ana fikir, göçerlerin yerleşik hayata geçişi olsa da yazarın çıkış noktasının Akçay Yaylası’ndaki kimliği belirsiz üç çocuğa ait mezar olduğu görülür. Mezarların izini sürmek için doktoru görevlendirir. “Kurumuş göl yatağının en sonunda üç tane mezar toz bulutunun içinde belli belirsiz görünüyordu. Eğer ölmeselerdi, o üç çocuğun şimdi kendisinden bile yaşlı olacaklarını düşündü.” (s.90) Final yine bu mezarlarla gerçekleşir. “Aladağlar’da Yedigöller Platosu’nun kuzeydoğu yönüne devam ettiğinizde karşınıza Teke Kalesi çıkar. Tıpkı doktor ve arkadaşları gibi orayı aşıp da bir vadiye indiğinizde doğru Akçay Yaylası’na varırsınız. Orada ıssız bir düzlüğün ortasında eskilerden kalmış üç tane mezar görürsünüz. Üçü de aynı kaderi paylaşmış gibi yan yanadır.” (s.126)
Özetle Zirvedeki İzler’in başarılı bir ilk roman olduğunu söyleyebiliriz. Yazar romanın geçtiği yöreyi çok iyi anlatır. Göçer ailenin kültürünü çok iyi işler. Gelenek ve göreneklerini, dilini, değer yargılarını titizlikle ortaya koyar. Bizi Türklerin göçebelik yıllarına götürür.
edebiyathaber.net (30 Ağustos 2021)