Atalarımız umutlarını yatırmak için geleceği en güvenli yer olarak görürdü. Oysa biz… Geleceğe sadece korku, endişe ve kaygılarımızı yansıtıyoruz. Hayatlarımız üzerindeki kontrolümüz artık kaybolmaya başladı. Dünya daha karmaşık bir halde… Yakında içinden çıkamadığımız bu karmaşanın boğumları arasında boğulup gideceğiz. Alain Badiou’ya göre bunun nedeni bilginin bilen insan tarafından yönetilmemesi… Bilgi ortada dönüp dolaşıyor dolaşmasına ama doğru bilgiye ulaşmak için kimse çabalamıyor. Bilgiye ulaşmak için mesai harcayanlarsa bu karmaşanın içinde seslerini bile duyuramıyor. Duyurabilse de dinleyen yok… Çünkü herkes kendini bilen olarak görüyor. “…Pasteur’dan beri bildiğimiz mikroplar hayatımızda değiller mi? Bilimin kontrol edebildiği hakikatler ve yeni siyasetin ayakları yere basan bakış açıları yerelleşmiş deneyimleri ve stratejik hedefleri dışında hiçbir şeye itimat etmeyelim.” diyor Badiou. Bunu nasıl sağlayacağız peki? Yüzyıllardır farklı zaman ve mekânlarda birçok acıyı tecrübe eden insanlık… Tüm bunların sonuçlarını yaşamış, deneyimlenmiş atalarına kulak vermek yerine bilgi sarmalında -bilgisizliği- yaşadıklarını anlamaktan çok uzakta… Tıpkı Sisifos’un boşa çabalaması gibi…
Hayatın o hızlı akışında ıskaladıklarımız… Sevdiklerimizle geçirdiğimiz zaman… Ensemizdeki ölüm gerçekliğiyle yaşamın elimizden her an gidecek o kayganlığı… Bu salgın yaşamdaki önceliklerimizi hatırlattı hepimize istemeden de… Ya aramızdaki ekonomik uçurum… Onarılamayacak kadar büyük ve derin yarıklarla dolu. “Çok zenginlerimiz özel uçaklarına üşüşüp Karayipler’deki kendilerine ait ufak adalarına giderken bizler virüsle birlikte yaşamaya mecbur olan sıradan insanlar ise durmaksızın tekrarlanan “paniğe gerek yok” formülünün bombardımana tutulduk. Tüm o paniği tetikleyen verilerle baş başa kalarak hayatta kalmaya çalıştık ve hala da çalışıyoruz. Ne zaman hükümet yetkilileri paniğe gerek yok deseler de artık inandırıcılıklarını yitirdiler.” diyor Slavoj Zizek. Kim olduğunu bilmediğimiz ihtiyaçlarımızı önemsemeyen, zalim oyuncularca oynanan bir satranç maçında, rahatça harcanabilecek piyonlarız artık anlayacağınız.
Yaşadığımız bu salgın yeni yerel ve küresel dayanışmanın gerekliliğini ortaya koyarken, iktidarı kontrol etme gereksinimini de zorunlu hale getirdi. Zizek’e göre bunun nedeni toplum tüm yaşanılanlar karşısında iktidara ‘top sende haydi ne yapabiliyorsan yap’ diye seslenirken iktidarın virüsü kontrol altına almak için yaptığı uygulamalar nedeniyle ona olan güvenin sarsılması… İki yıla aşkın bir süredir yaşadığımız bu salgın karşısında verilerin manipüle edilip gizlenmesi… Salgını kontrol altına almak için baskı gücünün kullanılması… Kapitalist dünya… Var olanın üstüne eklenen tüm bu olumsuzluklar yeni bir dünya ihtiyacının bir kez daha sorgulanmasına neden oldu. Yeni, yaşanılır başka bir dünya…
Hangi başka dünya bu? Bilimsel bilginin rağbet görmediği, her gün manipüle edilen bilgilerle akılların karıştığı yaşadığımız bu dünyadan o başka dünyaya nasıl ulaşacağız peki? Doğanın bize verdiği mesajları algılama yeteneğimiz… Onu kaybettik bile… Gözlerimizle göremediğimiz küçük bir virüsün yarattığı yıkım bir taraftan, bilim dışı hurafelereler diğer taraftan… Hiçbir şeyin değişmediği zamanın akışkanlığında akan yaşam… Tarih ise bu akışı kaydediyor sürekli. Gerçi başka bir işlevi de yok. Zira kaydedilen tüm o tecrübeler belleklerimizin derinliklerinde yok olup gidiyor. Gezegene sahip Homo Sapiens, sahip olduğunu düşündüğü sahte gücünün –iktidarının- şatafatında gerçekliğe gözlerini kapamış tahtında oturuyor. Kralın çıplak olduğunu söyleyen çocuk… O da kayıplara karıştı galiba.
Ya bizi bekleyen İklim krizi… Korona virüsten daha fazla kişinin ölmesine neden olan ve böyle giderse daha da fazla insanın öleceği öngörülen bu krizi ne yapacağız? Bu konuda neden kaygılı değiliz? Ölümcül bir salgında tek derdimiz yeterli sayıda tuvalet kâğıdıymış gibi pandeminin başlarında yaptığımız çılgınca alışveriş… Panik içindeyken verdiğimiz bu anlamsız tepkileri düşününce doğru kararlar veremediğimiz, yaşadıklarımızı doğru tahlil edemediğimiz o kadar çok açık ki…
Sadece rakamlarla ifade edilen ölümler… Değer görülmeyen yaşamlar… Derin bir yozlaşmaya doğru giden bir toplum… Bilime inanmayan saptırılmış fikirlerin arkasındaki insanlık… Dünyanın üzerindeki yükün azaldığını düşünen güçler… Peki, ne yapacağız şimdi? Bir tercihle karşı karşıya bırakıldık fakat ne yöne gideceğimiz konusunda hiçbir fikrimiz yok. Tam bir umutsuzluk sarmalındayız. Ne olduğumuz ve nereye gittiğimiz hakkında hiçbir şey bilmiyorum… Bildiğini söyleyenlere de inanmıyorum artık. Bildiğim tek şey var sadece… O da gerçeğin bizi farkında olmaya ve kulak vermeye zorladığı… Giorgo Agemben’ın dediği gibi bu salgın sona erdiği ilan edilir edilmez-o da edilirse- zihnini bir nebze açık tutmuş olan hiç kimsenin yaşama eskisinde olduğu haliyle dönmesi mümkün olmayacak.
Walter Benjamin, umutsuzların hatırı için umut verilmiştir dese de Agemben’e göre bu ümitsizlik duymak için en büyük gerekçe. Tutunacak hiçbir dalımız kalmadı maalesef… Ama her şeye rağmen Huxley’in başka dünyanın cehennemi olarak gördüğü yaşadığımız bu dünyadan çıkabilmek için umudu beslemek zorunda değil miyiz? En azından bizler… Farklı dünya arzusu duyanlar… Dünyanın seslerine yeni müzikler katan, gerçeklikle hafıza dilsiz kalmasın diye yeni sözcükler yaratanlar… Yenidünyanın doğmasını sağlayamasak da bu arzumuzun hayatta kalmasını sağlayarak dünyanın yenilenmesine yardımcı olabiliriz belki…
Kaynaklar:
http://thephilosophicalsalon.com/monitor-and-punish-yes-please/
Çivisi Çıkan Dünya, Covit-19 Salgını Üzerine Muhasebeler, Runik Kitap
Eduarde Galeano, Aynalar, Sel Yayınları
edebiyathaber.net (5 Ekim 2021)