Günler ne içindir?
Günler yaşadığımız yerdir.
Gelir, bizi uyandırırlar
Yine ve yeniden
Günler mutlu olmak içindir.
Nerede yaşarız günler olmasa
Philip Larkin
Başlangıçta çok kibardır zaman. Sonra… O acımasız yüzünü gösterir. Her şeyi yavaş yavaş alır elimizden… Hem de dalga geçer gibi… Hiç çekinmeden bedenimize yerleşmeye başlar. Sarkık göğüsler, erimiş popo, bükülmüş bir sırt, bedenîn üzerine serpilmiş benler, ellerin üzerindeki benekler… Yaşanmışlıkların tüm o izlerini yavaş yavaş bedenimize yerleştir. Sadece bunlar da değildir bizden çaldıkları. Kelimeler… Belleğin derinliklerine itilmiş hatıralar… Gittikçe eskiyen her şey gibi onları da uzaklaştırır bizden. Bizden çok başkalarınınmış gibi gelir bu yüzden çoğu… “Zaman usta bir yankesicidir” der Georgi Gospodinov. Hayat, zaman ve yaşlılık aynı çetenin üyeleri…
Doğmakla ölmek arasında bir duraktır yaşamak. Hep bir şeyler umulur, bir şeyler beklenir. Hep bir şeylere özlemle geçer. Sonra… Arkada kalan ‘anlar’… Onların hatıralarına sığınmak… Hayatın getirdiği düş kırıklıklarında sığınak olur geçmiş. Zamanın bizden çaldıklarıyla girdiğimiz yaşlılık evresinde… “Neden üzerine eğildiğim bir kuyu gibi beni çekiyor? Neden beni artık var olmadığını bildiğim yüzler etkisi altına alıyor? Onlardan alamadığım bir şeyler mi var?” diye sorar Gospodinov Zaman Sığınağı kitabında.
Hayallerimin Gaustin’i dediği kurmaca karakteriyle hem toplumsal hem de bireysel hafızayı takip eder Gospodinov. “Avrupa’nın neyine bakarsanız bakın sizi daima ikinci dünya savaşına götürecektir.” İki savaş arası yaşanılanlar, toplumsal değişimler ve hayali kurulan bir geçmiş kliniğinin hikâyesidir anlatı. Gaustin’e göre; bir toplum ne kadar çok unutursa birileri o kadar çok yedek bellek üretir, satar, boşlukları doldurur. Tam bir bellek endüstrisi… İhtiyaca göre bellek. İşte belki de bu yüzden geçmişi unutmamak gerekir ya. Ama tarih ilgilendirmez Gospodinov’u. Walter Benjamin’in moloz yığını dediği tarih… Yaşamın hikâyesidir anlatmak istediği. Bir iç çözümleme ve hayatı sorgulama… Hafızanın, belleğin derinliklerinde kalanların ne işimize yaradığını; geçmişin hiç hatırlanmadığı bir dünyanın nasıl olabileceğini düşünür. “Hatırladığımız sürece geçmişi bir tarafta tutarız. Hafızanın ateşi yandığı sürece efendisiyizdir onun. Sönmeye başladığında ulumalar artacak ve canavaralar gelecek. Geçmişin tayfaları…” Geçmiş konusunda saplantılıdır yazar. Tıpkı Gaustin gibi. “Ben her yerde yabancı kalıyorum, o ise tüm zamanlarda kendini aynı derecede iyi hissediyordu. Ben bir takım yılların kapılarını çalıyordum, o ise çoktan oradaydı, bana kapıyı açıyordu, beni içeri alıyor ve yok oluyordu.”
Dünyanın tüm hikâyelerine sahip olan tanrı… Hem gerçekleşmiş hem de gerçekleşmemiş hikâyeleri bilen… Dünyanın tüm hikâyeleri bilmek nasıl bir şey acaba? Tanrılarla dolup taşan mitoloji neden hafızanın tanrısını icat etmedi ki? Mitler ortaya çıktığında dünya anılara sahip olmak için fazlasıyla genç olduğu için belki de. Ya şimdi… Hatırlamaya… Unutulmamaya öyle çok ihtiyacımız var ki. Bir gün tarlalarda dolaşırken rüzgâr tanrısı Zephyros, Flora’yı görüp âşık olur. Ona düğün hediyesi olarak tüm çiçekli bitkilere hükmetme gücünü verir. Flora da tüm çiçekleri adlandırdığı sırada ufak bir çiçek seslenir ona: “Unutma beni, unutma beni Ey Tanrıça!” Tanrıça dönüp bakar ve: “Bu senin adın olsun. Unutmabeni”. Gaustin’in kliniğinin bahçesinde o unutmabeni çiçekleri… Tohumlarını otuz yıl kadar saklayabilen yeşerme şartlarına kavuştuğunda filizlenen. Kendini otuz yıl boyunca hatırlatan… Neyse tanrıça yapmış en azından tanrıların yapmadığını…
Tüm yaşanmışlıklar yavaş yavaş silinmeye başlar bazen de elimizde olmadan. Tek tek kelimeler unutulur. Sonra yüzler, hayatta ki tüm öğrendiklerimiz… Nasıl konuşacağımız, nasıl yemek yiyeceğimiz bile… Ayaklar yürümeyi unutur. ‘Nasıl olurdu, kahretsin…’ Bedendeki tüm odalar kapanır birer birer… Çaresizce sona giderken hayatın verdiklerini geri alan hastalık… Alzheimer… Geçmişlerinin şimdisinde yaşayan bu insanlar için bir klinik açar Gaustin de. Korunmuş zaman ve korunmuş geçmiş oluşturmaktır amacı. Zamanda bir pencere açıp kısa sürede olsa hastaların orada yakınlarıyla kalmalarını sağlamak. Birlikte aynı yılda kalmalarını, ebeveynin solan hafızasında hafifçe belirip sönen yılda buluşmalarını… Hafızayı kısa süre de olsa uyandırmak… Yok, olup gitmeden… Bedenimiz doğası gereği merhametlidir aslında. Bizi çocukluğun sonsuz tarlalarında son kez oynamamız için bırakır çünkü. İzni kopartılan son birkaç gün, saat… Tıpkı bir zamanlar evin önünde oynarken yaptığımız gibi. Son kez çağrılmadan önce… “Bırakın da evime döneyim. Annem bana geç kalmamamı söyledi…”
Gerçek ve kurmaca birbirine karışır hikayede. Gospodinov mu gerçek yoksa Gaustin mi? “Gaustin’i ben mi uydurdum, o mu beni uydurdu? Artık hatırlamıyorum. Böyle bir geçmiş kliniği var mıydı, defterdeki bir not, tesadüf eseri elime geçen bir gazete parçası mıydı? Hatırlamıyorum. Geçmiş benim vatanım. Gelecek yabancı yüzlerle dolu yabancı bir ülke.” Gospodinov için edebiyat büyülü bir gerçekçilik ve dünyayla bağlantı kurma girişimidir. “Balkanlar’da bir yerde kapana kısılmışsın ve dünya seni tanımıyor ama sihir yoluyla o dünyanın bir parçası olabilirsin.” Başka bir yerde başka biri olma, başka zamanların ve başka odaların sakini olma… Zamanın içinde hep var olma isteği… Edebiyat, tanrıların yapamadığını yapar belki de. En azından Gospodinov kendi adına başarır bunu.
Kimse geçmişi yeniden yaşayamaz. Hatırlamak, yaşamak da değil zaten. Ama hatırlamak… Bir zamanlar var olduğunu bildiğin anne sıcaklığını, bir sevgilinin kokusunu tekrar hissetmek. Zamanın sana acımasız davranmadığı o anları… Tüm yaşanmışlıkları… Dünyada bir yerlerde senden bir kokunun, senden bir sesin gezdiğini… İşte pencereden içeriye sızan şu koku! Annesinin eteğine yapışmış iki örgülü küçük kızı buraya getirmeye yetti bile. Bir yerlerde, belki şu an hayatta olmayan bir hayatın hatıraları dolaşıp duruyor. Biliyorum, bir şey onu hatırlatıp belleğimin derinliklerinden dışarıya sızmasını sağlayacak. Şu an Gaustin’in sığınağına ihtiyacım yok. Şanslıyım…
Geçmiş üretmeye devam edeceğim yaşadıkça. Ve hepsini… Zamanın acımasızlığına rağmen tüm hatıralarımı, belleğimin derinliklerine ittiklerimi çıkaracağım sonra birer birer. Bir görüntü, bir ses, bir koku dışarıya çıkmaları için yeterli olacak; inanamasam da tüm o yaşanmışlıkların benim olduklarına bazen. Zaman hırsızlığa başlarken bedenimde, yine de hep benim olacak hatıralarım. Ta ki perde kapanana kadar… Ama biraz bırakacağım çocuklarıma. Eğer bir gün… Hafızam terk ederse beni… Fısıldasınlar diye kulaklarıma… Ya da onların da sığınakları olsun diye.
Kaynaklar
Zaman Sığınağı, Georgi Gospodinov, Metis Yayınları
edebiyathaber.net (18 Temmuz 2022)