“Unutulan”ın gözünden unutana bakmak | Baran Barış

Şubat 6, 2019

“Unutulan”ın gözünden unutana bakmak | Baran Barış

Oğuz Atay, yapıtları yayımlandığı yıllarda değeri bugünkü kadar bilinmeyen; ancak ölümünden sonra geniş bir okur kitlesine sahip olan dünyadaki pek çok yazarla benzer bir yer edinir Türk edebiyatında. Atay’la ilgili yazılarda sıklıkla alıntılanan “Demiryolu Hikayecileri”ndeki “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” sorusu, tüketici konumda olan ve yalnızca “vitrinlerde” yer alan yazarların kitaplarından haberdar okurlara kurmaca bir metin içinden yöneltilen bir sitem gibidir (Atay, 1987: 182). Evet, yıllar geçer, Oğuz Atay’ın yapıtlarına gösterilen ilgi artar; ancak yine bir sorun vardır. Zamanla yazarın yapıtları daha çok okura ulaşsa da adı çoğunlukla Tutunamayanlar romanıyla anılır, sanki tek ürünü bu romanmış gibi. Atay’ın “unutulan” öykücülüğünün de farkına varılması için yine zaman gerekir. Son yıllarda özellikle akademik çalışmalarda yazarın öyküleri de ele alınmaya başlar. Öykülerinden oluşan üretimi Korkuyu Beklerken’le sınırlı olup nicelik olarak romanlarından az olsa da nitelik olarak azımsanmayacak sekiz öykü içerir bu yapıt ve Atay yazının karakteristiğini taşır. Atay’ı ilk kez okuyacak okurlar için uygun bir başlangıçtır.

Gerek birçok kez sahnelenen Oyunlarla Yaşayanlar adlı oyunuyla gerekse Atay’ın özellikle Tutunamayanlar ve Tehlikeli Oyunlar adlı romanlarıyla diyalog halinde olan Poyraz Karayel dizisiyle izleyici de Oğuz Atay’ın dünyasıyla tanışır. 1975’te May Yayınları’ndan yayımlanan Korkuyu Beklerken’in ikinci öyküsü “Unutulan” ise Fikret Kadıoğlu ve Savaş Sarıarslan tarafından iki kez kısa filme uyarlanır. Kadıoğlu’nun yönettiği versiyonunda öykünün kadın karakterini Bennu Yıldırımlar, sesini duyduğumuz yeni sevgilisini Onur Saylak ve intihar eden sevgiliyi ise Evrim Öktem canlandırır. Öyküde anlatıcı olarak genellikle üçüncü tekil kişiyi kullanan yazarın seçimiyle filmde yönetmenin kamerayı konumlandırışı yer yer koşutluk göstermekle beraber birkaç plan dışında “unutulan” eski sevgiliyle seyircinin özdeşleşmesini sağlar ve anlatıdaki tek mekân olan tavan arasını onun gözünden izler. Açılış sekansında önce kadın ve erkeğin konuşmaları duyulur. Kadının tavan arasının kapısını açması ve sonra elindeki fener sayesinde mekândaki ayrıntılar yavaş yavaş görülmeye başlar. Geniş plan çekimlerle birinin kadını ve kadının aydınlattığı mekânı izlediği izlenimi verilir. Tavan arasında bulduğu fotoğraflara bakan kadının yakın plan çekimlerinin ise başka bir işlevi vardır. Deleuze’ün hareket-imge kavramına göre üç tür imge karşımıza çıkar: algı-imge, eylem-imge ve duygulanım imge. Deleuze’e göre “Duygulanım-imge yakın plandır ve yakın plan da yüzdür” ve yüzün bireyleştirme, toplumsallaştırma ve iletişim kurma olmak üzere üç işlevi vardır; ancak yakın planda bu üç işlev de ortadan kalkar. Bergman’ın Kış Işığı ve Güz Sonatı adlı filmlerinden örnek veren Deleuze’e göre bu filmlerdeki yakın plan-yüz çekimlerinin tek bir duygu olarak korkuyu ifade ettiğini ileri sürer (Deleuze, 2014: 120, 135, 136).

Unutulan’da ise yakın plan-yüz çekimleri, tek bir duyguyu değil, birden çok duygunun geçişlerini verir. Filmdeki karakterin fotoğrafları eline alıp birkaç saniye baktıktan sonra yerine koyduğu anda yakın-plan çekimlerde hüzün belirir. Bununla birlikte fotoğrafları bir an önce yerine bırakması, unuttuklarının tavan arasında kalmasını istediğinin göstergesi gibidir ve bu, yüzüne de yansır. Elindeki fener yere düştüğünde yerde başka fotoğraflarla karşılaşır. Bunların arasında kendi fotoğrafları da vardır. Tavan arasında saklamayı seçtikleri yalnızca başkaları değil, geçmişteki kendisidir de sanki. Yere düşürdüğü başka birkaç eşya ise bu defa onu saklamak istediği başka biriyle yüz yüze getirir. Geniş plan çekimlerde yine kamerayla özdeşleşen kişinin gözünden karakterin bu karşılaşma anında duyduğu korkuyu görürüz. Kaçmak, arkasını dönüp gitmek ister ama geri döner. Şiddetli bir kavgadan sonra tavan arasına çıkıp orada intihar eden eski sevgilinin cesedine kendini, onu neden orada unutmak “zorunda kaldığını” anlatmaya çalışır. Konuşmanın oldukça az olduğu filmin bu sahnesinde pişmanlığı, aslında tam anlamıyla suçluluk duygusunu yansıtmada yakın plan-yüz çekimlerine bir monolog da eşlik eder ve burada karakter, Atay’ın öyküsündeki şu tümceler ve onlara eklenen “Babam duysa öldürürdü beni” gerekçesiyle eski sevgiliden kendisini bağışlamasını ister adeta:

“Gelenler, gidenler, geçim sıkıntısı, yemek, bulaşık, evin temizliği[…] bir şeyler yapma telâşı[…] [Hayır, hayır, hayır, tabii ki unutmadım] daha mutsuz insanlar vardı; onlarla uğraştım.” (Atay, 1987: 31)

Derken, aynı öyküdeki gibi eski sevgilinin cesedindeki kurşun deliğinin içinde dolaşan böceği görür. “Seni çok mu yalnız bıraktılar sevgilim?” diye sorduğunda aşağıdan yeni sevgilinin sesini duyar. Unuttuklarını yine o tavan arasında bırakıp yaşamına kaldığı yerden devam etme vakti gelmiştir artık. Alelacele oradan çıkarken yere birkaç eşya daha düşer, etrafa savrulur ve tavan arasının kapısını kapattığında mekân yeniden kararır.

“Ben tavanarasındayım sevgilim!” tümcesiyle başlayan öyküde olduğu gibi filmde de karakter o mekânda kaldığı kısa süre içinde geçmişiyle, unuttuklarıyla, sırlarıyla yüzleşmek zorunda kalır ama bu yüzleşme çok uzun sürmez (Atay, 1987: 27). Unutulan eski sevgilinin cesedine onu unutma gerekçelerini sıralar. Zorunluluklar, eski sevgilinin o tavan arasında unutulmasına neden olmuştur. Aslında bu zorunluluklar, başka bir deyişle düzenin öngördüğü biçimde sürmesi gereken yaşam, eski sevgilin yalnızca unutulmasının değil, intiharının da nedenidir. İntihar izleği, Atay yazınında oldukça önemlidir.

Birgül Oğuz, Jale Parla’nın danışmanlığında hazırladığı “Oğuz Atay’da Yazarlık Kurumunun İflası ve Edebi İntihar” başlıklı yüksek lisans tezinde yazarın romanlarında intihar olgusunu irdelerken yazarlık ve intihar arasındaki ilişkiyi de ele alır. Bu bağlamda değerlendirdiğimizde Atay’ın öykülerinde de yazar ya da başka anlatı karakterlerinin var olma, görünmezlik zırhından kurtulup görünür hale gelme, sesini duyurma çabası dikkati çeker ve bu nedenle “Unutulan” öyküsünde de unutulan karakter bir yazar olmasa da Atay’ın hem kurmaca gerçeklikte hem nesnel gerçeklikte kahramanlarının ve kendisinin verdiği sesini duyurma mücadelesine gönderimde bulunduğu düşünülebilir. Birgül Oğuz, tezinde Tehlikeli Oyunlar’ın Hikmet Benol’unun “Başkalarının kendisine biçtiği değil, kendisinin kaleme aldığı, daha en başından müdahil olabildiği, yani yönlendirebildiği ve istediği sonu biçebildiği bir tarih” yazma isteğine değinir (Oğuz, 2009: 79). “Unutulan” öyküsünün kahramanları da, yalnızca unutulan değil, unutan da, müdahil olabildiği, kendine ait bir tarih yazamaz. Öyküden uyarlanan film de bu çaresizliği verirken olayları, “unutulan”ın, diğer bir deyişle, kendisine bir son biçmek zorunda kalan kahramanın gözünden yansıtır. Filmde kameranın konumlandırılışı, planlar, özellikle yakın plan-yüz çekimlerinde Bennu Yıldırımlar’ın oyunculuğunun gücü, yedi sayfalık bir öykünün yoğunluğunun filme de yansımasını sağlar. Bununla birlikte öyküde kimliği belirsiz bırakılan “unutulan” karakter, filmde net bir biçimde karşımıza çıkar ve bu durum, başka çözümlemelere de olanak tanır.

KAYNAKÇA

Atay, Oğuz. Korkuyu Beklerken. İstanbul: İletişim Yayınları, 1987.

Deleuze, Gilles. Sinema I: Hareket-İmge. İstanbul: Norgunk Yayıncılık, 2004.

Oğuz, Birgül. Oğuz Atay’da Yazarlık Kurumunun İflası ve Edebi İntihar. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Bilgi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2009.

Baran Barış – edebiyathaber.net (6 Şubat 2019)

Yorum yapın