Televizyon programları, süpermarket rafları, ofis koşuşturmaları… Binbir türlü duygu, düşünce, plan ve görevden oluşan karışım bir anda yok olur. Yuvaya giden oğlu nedeniyle gece gündüz beynini kemiren DVD ya da video filmlerine eşlik eden anlamsız çocuk şarkıları… Banyoya döşenecek fayansların, küvetin, muslukların, ve bataryaların nitelikleri gibi sıradan dertler… Aynı günlerde ABD ve İngiltere Irak’a harekât başlatmıştır üstüne üstlük. Bir taraf seçmek zorundadır. Onlar günlük yaşamın orta sınıf kent yaşamına özgü telaşlarıyla boğulmaya devam ederler. Ta ki…
Romanın merkez karakteri Doppler, birkaç gün içerisinde işini, evini ve ailesini bırakıp ormana çadırı kurar. Her gece şehrin ışıklarını uzaktan görse de avcı-toplayıcı bir hayata başlar. İlk günler idare etse de kış yaklaştığında yabani meyveler de kâr etmez. Açlıktan çıldırmak üzereyken etrafında dolaşıp duran geyik ailesinden anneyi öldürür ve gerekçelerini ayrıntılı bir biçimde yavruya anlatmaya çalışır. Zamanla Gongo ile olan yakınlıkları arkadaşlığa, dostluğa ve hatta sevgili gibiliğe dönüşür. Anlatıcının Doppler’ı geliştirirken kullandığı en önemli yan karakter sevimli yavru geyik Gongo zaten. Geyikten çok bir çocuğa benziyor, kart oyunlarından anlamıyor ama gerektiğinde yük taşıyor, soğuk havalarda soba işlevi görüyor.
Norveç’in en çok okunan yazarlarından Erlend Loe, ödüllü romanı Doppler’de unutulmaz bir karakter yaratıyor. Evet, kahramanımız unutulmaz bir karakter olmayı fazlasıyla başarıyor, bunda öncelikle kahraman anlatıcı kullanımının büyük etkisi var, roman on birinci baskısını yaptı, hakkında çok sayıda tanıtım yazısı çıktı, yazarı ülkemize söyleşiye geldi. Öncelikle yavru geyik Gongo, peşi sıra oğlu Gregus, ormana gelip giden zengin sağcı adam, takıntılı Düsseldorf ve hırsız Roger yan kişiler olarak diyalog ve davranışlarıyla hem canlanıyor hem de Doppler’ın gelişimine hizmet ederek kurmaca roman kişilerine özgü işlevlerini etkin biçimde yerine getiriyorlar, özellikle Doppler’in duygularının açığa çıkmasında. Bunda yazarın kahraman anlatıcı kullanımına bağlı olarak anlatmayı değil de göstermeyi seçmiş olması da gözden kaçmamalı. Kurgusu çizgisel bir akış doğrultusunda oluşturulan metinde anlatı zamanı kasım ayında başlayıp nisan-mayıs aylarında sona ererken; bu zaman içerisinde geriye dönüşlerle genişleyen öykü zamanı da söz konusu.
Çok başarılı bir çevirinin de katkısıyla dilin yalınlığı ön plana çıkıyor, dozunda kullanılan bir mizah gücü de okuyucunun metne bağlılığını artırıyor. İşin özeti milenyum çağındayız. Belki de tek bir çıkışımız var: doğaya geri dönmek, az sayıda topluluklar halinde yaşamak, avcı-toplayıcı yaşama ve takas ekonomisine geri dönmek ve tabiî ki sanatla uğraşarak bizden sonrakilere bir şeyler bırakmak… “İyi bir iş, güzel bir aile, zevkli bir onarımdan geçen büyük bir ev; şimdi insanlara ne diyeceğim ben, diye sordu karım pek çok kez, umutsuz bir sesle. Delicesine bitki örtüsüne ve hayvan yaşamına taktığımı, kafayı sıyırdığımı söyle, ne istersen söyle, dedim.”
Serkan Parlak – edebiyathaber.net (19 Kasım 2018)