Normandiya Kıyısının Yosması’nın ardından Marc Augé’nin Unutma Biçimleri’ni* okumak… Bir ân, keşfedilmemiş adaya yapılan yolculuk duygusunu yaşattı bende. Öyle ki; Augé, daha ilk satırlarıyla o keşfi yolculuğunun gizemli yanlarını göstermeye çalışıyordu: “Unutmak toplum için olduğu kadar birey için de bir zorunluluktur. İçinde bulunulan zamanın, şu anın ve bekleyişin tadına varmak için unutmayı bilmek gerekir; ancak unutmak bellek için de bir ihtiyaçtır: Uzak geçmişe ulaşabilmek için yakın geçmişi unutmak gerekir.” (s. 5)
Doğrusu, Marc Augé’nin bu sözlerine ilkten karşı çıkmıştım. Belleği yoksayıcılığı ne ölçüde olumlanabilirdi ki!? Ama okuma süresince, onun öne sürdüklerinin ne anlama geldiğini açıklayan örneklerle yüzleşince, aslında kitabın bellek üzerine yazılan eşsiz bir yapıt olduğunu görüyordum.
Üzerinde sık sık durduğum, birçok yazımda da yinelediğim bellek yitimi, belleksizleşme vb gibi kavramların bir etnolog tarafından nasıl açımlanıp, tanımlanarak anlatıldığını görmek zenginleştirdi beni. Böylesi bir kitabın her an başucumda bulunabileceğini düşünmek bile sevindirici geliyor.
Augé, incelemesini, her ne kadar “gerçek ders” olarak nitelemese de; üç bölümde dile getirdiklerini (“Bellek ve Unutma”, “Anlatı Olarak Yaşam”, “Unutmanın Üç Cephesi”), kendi adıma, böyle aldım. Unutuşun renklerinin ardında neler solduğu, nelerin öne çıktığını bir bir görüyoruz. Hayata, sanata ve yazıya dair bilinenlerin belleğin/bilincin hangi labirentlerinde yer aldığını; “tek bir kültüre kapanıp kalma”nın ölümcül sanrılarını, yaşamla ölüm arasındaki çizginin dolaşık yerlerinde karşımıza çıkan sözcüklerin anlamlarını da göstermeye çalışıyor, Augé. Ölüm/yaşam, bellek/unutma arasındaki uzaklıkların, yakınlıkların bir tür açıklanması..
Geçmişle gelecek arasındaki çizginin buluşma noktası ise; bugündeki geçmiş/bugündeki gelecektir. Amacım kitabı özetlemek filan değil. Zaten öyle bir yanı da yok. Her cümlesi bir öncesi ve sonrasıyla ilintili, döne döne okunacak, düşünmenin kıyılarında sizi dolaştıracak bir yapıt, Unutma Biçimleri. Amin Maalouf’un Ölümcül Kimlikler’iyle** bu kitabı bir arada okumanın ne denli anlamlı, ufuk açıcı olduğunun altını çizmek istiyorum sadece. Ada yolculuğumda salt bu iki kitapla yetinmenin bile yeterli olabileceğini, günlerce döne döne okuyabileceğimi düşünüyorum.
Marc Augé’nin Yaşsız Zaman: Kendi Etnolojini Yapmak (***) kitabına dönerken, insanın kendi olma yolculuğuna, kimlik sorgusuna, benlik duruşu/durumuna bambaşka bir kıyıdan bakmanın sorgusuna yöneldiğimi söylemeliyim.
Görmeyi, yaşamayı öne alırken unutmanın ânlarına da döneriz. Orada hatırlanan zamanla unutulanı, yaşananla o ândaki oluşanı bir sarmal biçimde soluruz. İşte Augé, bize, oradaki olan bitenin benliğimizde nasıl filizlendiğine dair tespitlerde bulunur. Öyle ki; artık zaman sorgusuna dönüşen “ben kimim” sorusu da onun bakışında “ben neyim”in yanıtını aramaya yöneltir okurunu.
Augé’nin sözü getirdiği yer, bizim için düşünmeye, hatta sorgulamaya değerdir şu söyledikleri:
“Kendine konu olarak zamanı seçen edebiyat eskide kalmış özel zevkleri geri kazanmaya çalışır. Geçmişi olduğunu gibi değil ama hafızanın ve unutmanın süzgecinden geçirip incelterek vermeyi dener.” (s. 26)
Marcel Proust’un, onun izinden giden Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yaptığı da bu değil mi?
Şimdi belleğin kapılarına varabiliriz. Aradan bellek zamanı dediğimiz zamanlara yolculuk için bu kitaplarla bir başlangıç yapabiliriz sevgili okurum.
(*) Unutma Biçimleri, Marc Augé; Çev.: Mehmet Sert, 1999, Om Yay., 286 s.; yeni basımı: YKY, 2019, 75 s.
(*) Ölümcül Kimlikler, Amin Maalouf; Çev.: Aysel Bora, YKY., 2000,
133 s.
(***) Yaşsız Zaman: Kendi Etnolojini Yapmak, Marc Augé; Çev.: Öncel Naldemirci, 2017, YKY., 69 s.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (29 Haziran 2021)