Ursula K. Le Guin’in bu yıl yayımlanan kitaplarından Dünyanın Kıyısında Dans üzerine, kitabın yayımlanmasının hemen ardından sevgili Emek Erez Edebiyathaber’de keyifli bir yazı kaleme almıştı. Le Guin’in feminizmden bilim kurguya, seyahatten menopoza, şiirden kitap ve sinema eleştirilerine kadar birçok farklı konuda makalesini bir araya toplayan kitap hakkında o kadar çok konuşulabilir ki, birkaç şey de ben söylemek istedim.
Birçok okur için bazı yazarlar tutunacak dallar gibidir. Onların kitapları sayesinde yaşama daha güzel ve daha anlamlı pencerelerden bakma şansı yakalarız. Bazen, bize öğüt vermeden, ahkam kesmeden abilik ablalık yaparlar; yaşamın dayattığı gerçekliğin hiç de öyle olmadığını hatırlatırlar, kendi gerçeğimizi bulmak ve yaratmak konusunda güç verirler, zaman zaman yiten umutları yeniden ve yeniden yeşertirler. Ursula K. Le Guin elbette o yazarlardan biri. Pek çoğumuz için vazgeçilmez bir yere sahip…
Dolayısıyla ne zaman bir Ursula K. Le Guin kitabı elime alsam, ayrı bir heyecan, kitaba daha başlamadan ayrı bir haz duyarım. Dünyanın Kıyısında Dans ise yazarın kadim okurları için ayrı bir hazine, çünkü onu daha yakından tanıma, pek çok farklı konuya nasıl baktığını öğrenme fırsatı sağlıyor.
Kitapta beni en çok kadınlara ve kadınlık hallerine dair yazdığı makaleler etkiledi. 1980’li yıllarda kaleme alınmış makaleler olsa da ne evrenselliklerinden ne geçerliliklerinden ne de ezber bozan söylemlerinden bir şey kaybetmişler. 1982 tarihli Prenses isimli makalede kürtaj konusu ele alınıyor örneğin. Le Guin kendi genç kızlığında yaşadıklarından yola çıkarak bu konuda muhafazakâr düşünen insanlara ve o dönemki hükümete kadınların bedeni üzerinde iktidar kuramayacaklarına dair kafa tutarken bugünün kadınlarına da bir vasiyet bırakır gibi sesleniyor: “Hükümetin içinde ve dışında karanlığın dönüşünü yasamaya çalışan büyük güçler var. Biz büyük bir güç değiliz. Gelgelelim biz ışığız. Kimse bizi söndüremez. Hepiniz daima ışıl ışıl parıldayın; bugün ve her zaman.”
1986 yılında bir üniversitenin mezuniyet töreninde yaptığı konuşmasını tamamen feminizmi temel alarak yapıyor; okullarda iktidarın dilinin, erk dilinin öğretildiği, kadınların geride durması için eğitildiği gibi konuları gündeme getirip, oldukça uzun olan konuşmasını doğrudan kadın öğrencilere seslenerek noktalıyor.
“Fikirlerinizi Nereden Buluyorsunuz?” isimli 1987 tarihli makale, özellikle edebiyatseverler ve yazar adayları için, harika bilgiler içeriyor. Le Guin burada yazma ve yaratma sürecine dair olması gerekenleri anlatırken diğer yandan da yazın dünyasında yaygın olan mitleri eleştiriyor. Yaygın olan kanının aksine yazmanın ve yazar olmanın bir sırrı olmadığını anlatıyor. Ayrıca yazacağınız bir fikrin muhteşem olup olmaması da yazar olmanızı etkileyen bir kriter değil. Yazarlık da birçok meslek gibi havadan vahiyle inen bir şey değil, çalışarak öğrenilerek geliştirilecek bir şey. Yazar olmanın kestirme bir yolunun olmadığını anlatmaya çalışıyor. Çok iyi bir fikriniz olabilir. Çok iyi bir kurgunuz da. Ama dilbilgisinden yoksunsanız, sözcüklerle ilişkiniz belirli bir olgunluğa gelmediyse, yazı dili ile konuşma dili arasındaki farklara hâkim değilseniz o muhteşem fikirlerinizle nitelikli bir yazı yaratma şansınız yok maalesef. Diğer yandan tüm bunlara sahip olabilirsiniz, ama hani nerde sezgileriniz, duygularınız, “yapma aşkı”nız? Ve çok önemli bir şey söylüyor: “Büyük yazarlar – ‘tam manasıyla’ – bizimle ruhlarını paylaşırlar.” Eve ama nasıl bir ruh? İçinde neleri, hangi dertleri, hangi düşleri, hangi yaşamları barındıran, insanlığa, doğaya ne kadar uzak ya da ne kadar yakın bir ruh? Yazar, yazıyı meydana getiren malzemelerden biri bile eksikse ruhunu nasıl paylaşacak? Le Guin, bu ve benzer sorulara yanıt verirken adeta yoğunlaştırılmış, tadına doyum olmaz bir yazma semineri veriyor.
Kitabın son bölümü kitap eleştirilerine ayrılmış. Konu olan kitapları okumamış olsanız da Le Guin’in ilgili konularda ne düşündüğünü öğrenmek açısında yine ilgiyle okunacak yazılar. Örneğin “Bitmemiş İş (Unfinished Business)” isimli depresyondaki kadınları anlatan kitapla aynı adı taşıyan yazı, erkek egemen bir dünyada kadınların maruz kaldığı durumları masaya yatırıyor ve Le Guin’den yine müthiş bir erk eleştirisi okuyoruz.
1983’te yine bir üniversitenin mezuniyet töreninde yaptığı konuşmanın metni ise herkesin duvarına asabileceği bir manifesto gibi. Mezun öğrencilere öğrendikleri her şeyi yeni baştan sorgulamaları gerektiğine dair bir konuşma yapıyor Le Guin. “Başarı bir başkasının başarısızlığıdır.” dediği konuşmasında, öğrencilerin öğrendikleri ile sistemin bir parçası olarak yetiştirildiklerini, dünya yoksulluk ve savaş gibi korkunç gerçeklerle boğuşurken onlara başarı dileyemeyeceğini, erk sahibi olmayı hedeflemenin yanlışlığı ve aksine insan olmaya dair bir mücadele vermeleri gerektiği üzerinde duruyor. Kitabın arka kapağında da yer alan ve bu konuşmadan yapılan alıntı Ursula K Le Guin’in yaşamdaki duruşunun özeti gibi:
“Hiçbir zaman kurban olmamanızı umuyorum ama başkaları üzerinde erk sahibi olmamanızı da umuyorum. Başarısız olduğunuzda, yenildiğinizde, acı çektiğinizde, karanlıkta kaldığınızda karanlığın sizin yurdunuz, hiçbir savaşın olmadığı ve hiçbir savaşın kazanılmadığı ama geleceğin olduğu, yaşadığınız yer olduğunu hatırlamanızı umuyorum…”
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (16 Ağustos 2018)