Cehennem Çiçekleri kitabıyla dünya çapında büyük başarı elde eten İtalyan yazar Ilaria Tuti’nin yeni kitabı Uyuyan Peri raflardaki yerini aldı. Başrolde yine başkomiser Teresa Battaglia’nın olduğu kitap okuru, yetmiş yıl önce işlenen bir cinayetin ardına düşürürken, gizemli ritüellerle, inançlarla en çok da yazarın ilk kitabındaki en önemli kozu olan insanın karanlık halleriyle baş başa bırakıyor.
Türkiyeli okurun İtalyan yazar Ilaria Tuti’yle tanışıklığı 2019 yılında yazdığı, Türkiye’de Portakal Kitap etiketiyle yayınlanan Cehennem Çiçekleri kitabıyla başlamıştı. Cehennem Çiçekleri çıktığı ilk hafta üç baskı yaparak yetmiş bin satış rakamına ulaşmış ve çoksatanlar listesine girerek on dört dile çevrilmişti. Yazarın bu başarısındaki en büyük rollerden biri, polisiye türünde yazmasına rağmen insana dokunan damarı iyi yakalayarak bu durumu kitabın gerilim kurgusunda dışında tutmadan, ona çok iyi yedirip yansıtmasıydı. Tuti’nin takipçileri için müjdeli haber kısa süre önce geldi. Yazarın ikinci romanı Uyuyan Peri de yine Portakal Kitap etiketiyle, Ezay Havlioğlu Akyıldız çevirisiyle raflardaki yerini aldı.
Uyuyan Peri’de, Cehennem Çiçekleri’ndeki başkomiser Teresa Battaglia yine başrolde. Ancak kendisi artık altmışlı yaşlarının ortasında ve Alzheimer hastalığının ilk evresiyle boğuşuyor. Kendi sözcükleriyle özetlemek gerekirse: “Savaşçı… Bir kadın polis. Altmış yaşında, kahraman olmaya soyunmuş hasta bir kadın, halbuki gördüklerini isimlendirmeyi bile beceremiyor artık.” Teresa Battaglia bu halde olmasına rağmen savcı vekili Gardini’nin vakayı, “Geçmişteki bir ölüm,” olarak niteleyerek “kendisi ve ekibini istemesi”nin ardından tekrar sahaya döner. Onu bekleyen vaka hayli ilginçtir. Zira İkinci Dünya Savaşı sonlarında, üzerinde sadece 20 Nisan 1945 tarihi bulunan bir tabloda dikkat çekici izler vardır. İmza yoktur ancak galeri sahibi tavan arasına atılmış Uyuyan Peri adlı bu tablonun Alessio Andrian’a ait olduğunu söyler. Ve tabloda insan kalbine ait doku örneklerine rastlanır. Asıl bomba haber ise; tabloda kullanılan kırmızı rengin boya değil insan kanı olduğudur. Komiser Teresa, başta Massimo olmak üzere tüm ekibiyle kanıtların peşine düşer. Bu yolculuk onları İtalya’nın insan yüzü görmemiş bölgelerinden birine, Slovenya sınırındaki Resia Vadisi’ne götürür. Burada hayatla aralarına kalın birer duvar örmüş kişilerle karşılaşırlar. Çoğu savaşı bizzat yaşamış, Nazilerin ailelerini nasıl kurşuna dizdiklerini gözleriyle görmüş kişilerdir. Ve ‘burada yabancıları sevmezler’. Ancak Uyuyan Peri’nin ‘kalbinin’ gizeminin düğümü de burada çözülecektir.
Teresa’nın Resia Vadisi’nde başlayan yetmiş yıllık cinayetin sır perdesinin aralığı, onu tanrıçalarla, birbirine girmiş, tuhaf, her biri üç maymunu oynayan aile bireyleriyle baş başa bırakır. Okur da, bir diğerine bağlanan başka bir karakterle, başka bir ritüele bağlanan bambaşka kültlerle karşılaşır. Kendisini tam anlamıyla bir çıkmazın içinde bulur.
Ilaira Tuti, Uyuyan Peri’yi oluşturan tüm bu bileşenleri kitaba ustaca yediriyor. Yazar, okuru sadece bir cinayetin peşinden sürüklemiyor. Bunu yaparken savaşa tanıklık ettiriyor, Reisa Vadisi’nin ritüellerinden yola çıkarak binlerce yıllık bir tarihe götürüyor, tamamen içine kapanmış bir bölgenin insanlarının ruh halleriyle tanıştırıyor. Ayrıca girişte değindiğim gibi Cehennem Çiçekleri’ndeki karakterlerinin ‘insan’ hallerinin sapa yollarında gezinen yazar bu geleneği Uyuyan Peri’de de devam ettiriyor. Bu açıdan bakıldığında kitap, ‘çerezlik polisiye’ tanımını tamamen devre dışı bırakarak kendi yolunda ilerleyen bir hikayeyle okuru sayfalarının içine alıyor.
edebiyathaber.net (24 Eylül 2021)