Uzaklaştığımız yerlerde, zaman iklimlerinde… | Feridun Andaç

Mart 6, 2018

Uzaklaştığımız yerlerde, zaman iklimlerinde… | Feridun Andaç

Sözü geçitsiz kılan her şeyi çekip almalı aradan. Mademki yola çıkma nedenlerimiz var, bir şey adına sözler biriktiriyoruz; öyleyse, idam mangasına dönük gözleri hatırlayın önce.

Dostoyevski, 22 Aralık 1849’da kardeşi Mihail’e şunları yazıyordu cezaevinden:

“Bugün, 22 Aralık, hepimiz Semyonovski Meydanı’na götürüldük. Orada ölüm cezamız bizlere okundu, öpmemiz için bizlere haç takdim edildi ve kafalarımız üzerinde hançer kırıldı ve kefenlerimiz de hazırdı. Sonra bizlerden üçümüz ölüm cezasının infazı için infaz mangasının önüne getirildi. Ben sıradaki altıncı kişiydim. Üçerli gruplar hâlinde çağrılıyorduk, bu bakımdan ben ikinci gruptaydım ve yaşayacak bir dakikam bile yoktu…”

Ve sonrasında başlayan bıçakla kesilmiş gibi yeni bir hayat. O bambaşka dünyaya giderken insanın yalnızca tek bildiği bir nefes için yaşadığı. Ötesi bilinmezlikler…

İşte Dostoyevski o bilinmezlikler içinden çıkıp geliyordu yıllar sonra gittiği sürgünlükten Petersburg’a.

Kuşkusuz her dönüş böylesi zenginlikleri içermeyebilir. Ama bir şey var ki, bedeli ödenmiş bir zamanın mevsimlerinden söz ediyoruz. Sizi oraya taşıyan acı, içine çekip yaşanacakları gösteren zaman bir süre sonra da yazınızın burçlarını oluşturacaktır.

Evet, insan anlatmak için yaşar. Seçimsizdir yazının yolu, ama belirsiz değildir. İçinizdeki akkorun dışavurumunu sağlayacak karşılaşmalara hazır olmalısınız her dem. Gene de şu bilinmeli ki, yıkıntılardan geçerek yazının evreni kurulmuyor. Kendinizi oralarda dik ve diri tutarak ancak yazabiliyorsunuz. Yazmak için o tür benleşmelere gerek yok. Yani bir düşkünle düşkün olmanız, bir berduşla berduşluğa soyunmanız gerekmez. Sezgi ve kavrayış bilinci için kendinizi beslemeniz yeterli. İşte o gitmelerin bir ucu sizi başka yazarlara taşıdığı gibi yeni insanlara da götürür. Kendinde olmayanı vermek ne mümkün! Hayat da öyledir. Siz emek verir çabalarsanız karşılığını taşır size.

Dostoyevski hem insan, hem bir anlatıcı yazar olarak örnektir yazmak isteyen, hayatı kavrama yolculuğuna çıkanlara. Bu soy yazarlar size giden/gören/kavrayan göz, sezen algı olabilirler. Dahası kendi zamanınızın iklimlerini yaratmada elinizden tutarlar.

Uzaklaştığınız yerlerin, yüzünüzü dönüp gittiğiniz insanların ya da terk ettiklerinizin anlamını/değerini/değersizliğini anlatır size.

İnsanın ruhunu besleyecek ne varsa yaşamın ve sanatın tözündedir.

Kant şunları yazıyordu:

“Başka insanların bizim değerimizle ilgili kanıları ve eylemlerimizle ilgili yargıları, ağırlığı olan bir motivasyondur; birçok kişinin fedakârlık yapmasına neden olur. İnsanoğlunun büyük bir kesiminin şıp diye ortaya çıkıveren bir iyi yüreklilik dürtüsünden ya da ilkelerinden ötürü yapmadığı şey, oldukça basit bir biçimde dış görünüşten olayı, kendi başına çok sığ olmasına karşın çok yararlı bir yanılsamadan ötürü gerçekleşir – sanki başka insanların yargıları değerimizi ve eylemlerimizi belirlemiş gibi. Bu dürtüden dolayı gerçekleşen şey, zerre kadar erdem değildir; çünkü öyle görünmek isteyen herkes, hırs motivasyonunun bilerek gizler. Bu eğilim, sahici erdeme iyi yüreklilik kadar bile yakın değildir; çünkü erdemin güzelliği tarafından dolaysızca harekete geçirilemez, yabancı gözlerin önüne serilen eylemlerin yerindelik görüntüsüyle harekete geçebilir. Yine de, onur duygusu ince bir duygu olduğuna göre, bunun harekete geçirdiği erdem benzeri şeye, erdem cilası diyebilirim.” (*)

İşte içimizdeki gitme ve yazıya/yaratmaya yatkınlık duygusunu da buradan başlatmak gerekir. Etkilenmeye açıklık, birinin bize taşıyabildiklerine bakış, iyicil eğilim.

Bunun yazıdaki bakışınızı saflaştıran, hatta akkorlaştıran bir yanı vardır.

Öyleyse, kendi mevsiminizi yaratmak için gidin ve sevin; ama yürekten sevin. Başladığınız hiçbir şeyi yarım bırakmadan yazın, biri öğreten diğeri de gösterendir. Uzaklaştıkça yakınlaştığınız yerlere bakın, içinizin mevsimlerinin rengi, soluğu oradadır çünkü.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (6 Mart 2018)

Yorum yapın