Uzaklaştırdığınız zamanda… | Feridun Andaç

Nisan 24, 2018

Uzaklaştırdığınız zamanda… | Feridun Andaç

Sesçil bir bakışla yol almak bu. Yani kendi içindeki suskunluk duvarlarını göstermeden yol alış… Başka seslerden, başka sokaklardan uzaklaşarak orada, ötede, giderek koygunlaşan bir sesin ötesine düşmek.

Henry James, tarihsiz ve köksüz zamanların insanını/ruhunu anlatıyordu romanlarında. Kendinde olmak ya da olamamak sanrısındaki bireyin öyküsüydü gelip gelip sizi bulan.

Şimdi, tam da oradasın. Dönüp anlatıcının satır aralarında gezinirken bir cümlesi ilişiyor gözüne tam da yol üzeri:

“Paris başıboş insanlar için iyi bir yer…” (Amerikalı)

Oysa sen, başka bir zamanın sesini sesine katarak alıp kendini taşıyorsun şimdi oralara. Duyguda bile başıboşluğa itirazı olan sen, aranızda solgunlaşan bir zamana doğru yürüyorsun…

Ve sorular sormayı aradan kaldıran, kendin olan cümlelerden vaz geçen; ve bir zaman ötesine geçerek duyguları söngünleştiren kışkırtıcı sözlerden de uzaklaşmayı seçiyorsun şimdi.

Şimdi, diyor ki içindeki ses; bir karşı ses yaratmayı da unut. Kendi olanı koruyarak yol al, hayatın tersi yüzü gerçekliklerini aklında tut sürekli. İki ses her daim benlik anlatımıdır. İçinizdeki düzensizliğe düzen veren.

Dizimlediğin her sözü yalanlardan sakın, arazi bir göz yabanıl iklimlerin cevahiri kesilse de umurlama. Zamanın sonsuzluğundaki dili öğrenmeye ver kendini. Kendi duygu nesnelerini tanı, duygu iklimlerine git her zaman. Mevsimsizleştirme kendini. Bırak kıyıcı olan rüzgâr olsun, esintisi kendine zûl.

Mademki dünya hakkındaydı hikâyeniz, bırak anlatsın kaldığınız yerden. Sese söz olmak nafile.

Ne olmadığını bilmeli önce insan. Ne oldum delisi olmamak için kendi karanlığından geçmeyi de bilmeli.

Mademki kendi cümlelerinizle konuşuyorsunuz, o kadar cömertlik niye? Bırak kendi kandilinin alevine onu. Kendi sözleriyle örsün duvarlarını, yansın kandiliyle de.

O ki, yaban dilin ustası, bırak kuyulardan geçirsin kendini. Ne yangın yeri var aranızda ne de gözü gözden sakınacak bakış.

Hadi, yeğin tut soluğunu; gün kararmadan geç uzak denizlerin atlasından. Sana gün yaraşır, sana deli zaman esintisi.

Kim sana verdiyse kederli yolcuların listesini, çiz her bir adı sırayla. Nasılsa yol arkadaşı olamayacaksınız hiçbir yerde.

Hadi, kendileştir dilini. Ayna tutan sen olma hiçbir zaman. Sırları sende diye dövünen de olma hiç. Her duygu kendi sırrında büyütür varlığını. Ne adlandırmak için sevilir, ne de ölmemek için yaşanır. Ama maksat değerli/anlamlı kılabilmektir yaşadığın ânları.

Şimdi, sesimde rüzgâr desen ne fayda!

Dağılır gökyüzünde sesin, desen umurlamaz.

Bırak yansın öyleyse içinin alevi.  Sen ne yârdan geçen ol, ne de o serden geçen olsun.

Hadi, yeğinle sesini.

Madem ki uzaklaştırdığın zamanlardayız, bırak yansın gecenin kandili.

Örselenen zaman

İnsan bir dil yaratmak için sevmez. Yaratılan dili çoğaltmak için sevmenin kapılarından geçirir kendini.

Seven, bilir ki; her duygu kendini göklendirme arayışındadır. Sevince kendini konuşturabileceğini, bir o kadar da konumlandırabileceğini düşünür.

Seven sevdiğine giderken içsesinin de gözetleyicisidir her zaman. Varolan her şeyin ötesine geçmek ister. Her sözü bir anlama büründürerek iki kişilik dünyanın nasıl çoğullaşabileceğine döner yüzünü. Bilir ki; tersyüz olan duygular, kendilerinin birisi olmak için sürekli sorgular türetir.

Yapaylık ve rastgelelikten uzaklaşmak için kendi sesini korumaya çalışır.

Harici olana giderseniz eğer, adlandırılamayan bir zamanın da hükmündesinizdir. Biliyordun ki açıp bir romandan uzunca pasajlar okumak nafileydi aranızda. Gene de açıp Saul Bellow’un Humboldt’un Armağanı’nından bir kesit okudun. Derdin aldanışı ve aldatışı hatırlatmaktı ona. Aynasızlık etme diyordu anlatıcı “okur”a da “yeni kahraman”lara da.

Söz aranızda tutulan  en güzel aynaydı. “Çağın yeni ruhu”nu anlamak için kısa vadeli sevmelere, bir gecelik hazlı yolculuklara bakmak yeterliydi.

Şimdi, güzel bir yerindesiniz romanın. Ne hayat var anlatılacak ne de aşk var geçilecek. Gene de ben size bir konu versem diyorum, bir üçüncü sayfa haberinden:

“İbretlik Bir Bakan Öyküsü”. Oradan okumaya başlamalı belki de toplumu. Şu kirlenme, çürüme, yozlaşmayı; değer yitimi ve sevgisizliğin nerden nasıl biçimlenerek geldiğini görebilmek için…

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (24 Nisan 2018)

Yorum yapın