Ey dünyanın bütün kadınları, memelerinizin gücü adına birleşin!
Haftada bir gün, yaz ise bahçede leğenin içinde; kış ise odalardan birinin duvarına gömülü banyo dolabında yıkarlardı bizi. Banyo dolabı da nedir diyenler? Şimdinin 80’e 100 cm duşakabinini al duvara göm, açılır kapağını şeffaf plastik cam yerine ahşap yap; banyo dolabı odur işte.
Analarımız bize karşı sabırsızdılar. Ee tabii kadın dünyanın çamaşırını elinde yıkıyor. Üstüne bir o kadar çocuk, öteki ev işleri, zaten tarlada çalışmaktan yorulmuş. Bundandır ki neslimin kafataslarıyla hamam tasları arasında kıymetli bir ilişki vardır. “Anneeee çok sıcak!”, “Tak! Kıpırdama!”; “Ayyy, yandım!”, “Tak! Kıpırdama dedim sana!”.
Onlu yaşlarımın başı… Hava güzel ki annem sabah erkenden büyük kazanı ateşe vurmuş. Banyo, çamaşır günü… Önce çocuklar yıkanacak, sonra çamaşırlar. Benim kirazlar henüz açmamış ama açtı açacak. Bahçede yıkanmak istemiyorum. Annem “Kim görecek?” diye tutturmuş. Deyip durduğu şey: “Bahçenin etrafı hep duvar!”. Arada bir de “El âlem senin kuru götüne mi meraklı?” diyor. Anamın ısrarcı sesine teslim olup giriyorum leğene. Leğene adım atarkenki halimiz için hep beraber: “Anamm, anam o benim” diyelim. “Hangi çılgın bana zincir vuracakmış?” sorusunun cevabı olarak!
O kuru beden huzursuz zihinle birleşip kıpırdandıkça kalıp sabun ve banyo tasının tok vuruşlarından bolca nasibini alıyor tabii. Üstüne üstlük kafa köpüklü göz kapalıyken “Kolay gelsiiin” diyen bir ses bizim bahçeye dalmaz mı? Aman Allah’ım! Ellerimle neremi kapatacağımı şaşırıyorum. Kulaklara su dolmuş, uğultudan sesin sahibini de çıkaramıyorum.
Leğenin başında dikilip muhabbete başlıyor. “N’apıyonuz?” Sanki ne yaptığımız ortada değilmiş gibi. Sonra “Oooo” diyor. “Senin kirazlar çiçek açmış kız! Memişlere bak!” Öyle sinirleniyorum ki leğenden avuç avuç su alıp sesin geldiği yöne savuruyorum: “Git şurdan beee! Manyak! Defol!” Ben delirdikçe “Yakında kocalık olur bu”, “Ne kızıyon, yiğit malı meydanda olur” diyerek elini artırıyor. O sırada anamı da bolca ıslattığımdan hamam tası da kafama ritmik olarak inip inip kalkıyor.
Annem “Naciye, git kızım sen de! Sabah sabah başka işin mi yok?” deyince tanıdım sesin sahibini. Yörüklerin benden taş çatlasın iki yaş büyük olan kızı. Annemin “Bak, gördün mü? Evinin bütün işini yapıyor. Evi hep o çekip çeviriyor” diyerek bana örnek gösterip kafa ütülediği kız.
Sırf memeleri benimkilerden iki sene önce pırtladı diye, başta analarımız olmak üzere bütün kadın akraba, konu komşu teyzelerin kız çocuklarına karşı kullandığı yarı ayar, yarı argodan mürekkep o çokbilmiş hükümran kadın dilini kullanma hakkını kendinde gören kız çocuğu.
Yörüklerin kızına ne olduğunu biliyorum. İlkokulu bitirip önce Kuran kursuna gitmişti, sonra tarlalara, kocaya, çoluk çocuğa…
Ben ise yıllar sonra en şahanesinden mavra konusu oldum. Her sabah duş almam, güne şekersiz hazır kahveyle başlamam nasıl bir malzemeyse Bay Sakal benimle “Amerikalı” diye kafa bulurdu. Evliliğimizin ilk yıllarında “Amerikalı, babanın evinde de her sabah yıkanıyor muydun?”, “Annen da neskaave mi içiyordu sabahları?” diye dalga geçti benimle hiç bıkmadan.
Sabahleyin duştan sonra elimde kahve fincanımla kanepedeyim. Üzüm kız hemen kucağıma kurulup mırıl mırıl nakaratlı şarkısını söylemeye başladı. Zaten ona kalsa hep bornozla ya da beyaz polar pijamalarımla yaşamam gerekir evde. Kucağımdan sökerek indirmem gerekiyor böyle hallerde. İn kızım deyince tırnak çekip çemkiriyor bana: “Miiiuvv”. Üzümce “hayır” demek.
Kucağıma göbeğini açarak yayılınca her tarafını okşaya okşaya sevdim ben de onu. “Aman da kızımın patileri de varmış, aman da kuyruklu kızım, zillim, aman da göbişi de varmış…” Severken severken ellerim ilmek kadar memelerine dokunduğunda Naciye’yi hatırlayıp irkildim. Yine de çenem devam ediyordu: “Aman da memişleri de varmış”, “Kızımın memeleri de varmış!”
Zihnimin kabul etmediği ama dilimden teklifsizce dökülen bu sevme biçimi kaç bin yılın tortusu? Kim bilir? Kibariye yıksın ortalığı “Kim bilir?” Bilmeden bu dilin esiri olmuşuz sanırım hepimiz.
“Üzüüüm” dedim sonra, “Özür dilerim kızım, özür dilerim.” “Hııı” dedi. “Özür dilerim, dünyanın bütün memelilerinden özür dilerim.” “Hııı” dedi yine. “Kutlu Mart ayı geldi ya saçmalıyor bizimki” demeyip “Hıı” diyordu kızım.
Ağzı yarı açık, alt dişleri görünüyor, meraklı gözlerini dikmiş bana. Küçük çocukların durmaksızın sordukları soruların onlarca kez sabırla cevaplanması için gösterdikleri “Nee!”, “Hıı” tepkisi gibiydi sesindeki ton. (Yani ye beni, diyor.)
“O gözlerini, o dişlerini yerim senin” deyip memelere dokunmadan yumuldum tekrar. Kutlu Mart ayında bulunmamız icabıyla kendi kendime konuşmaya devam ettim.
− Üzüm’cüğüm, 8 Mart benim için aynı zamanda kardeşlik günüdür.
− Hıı.
− Dünyanın her yerindeki emekçi kız kardeşlerimin varlık günü ve ikiz kardeşlerimin doğum günü. Yok yahu, takke ikizlerinin değil, bildiğin ikiz kardeş!
− Hıı.
− Hey Allah’ım! Anladım, bu konuya giren çıkamayıp iyice batağa saplanıyormuş! Ben slogan bağlarına vurayım kendimi en iyisi: Ey dünyanın bütün kadınları, memelerinizin gücü adına birleşin!
− Hıı.
Nee? Yine mi olmadı? O zaman büyük kadınların ellerinden, küçük kadınların gözlerinden öperim şimdilik.
Hacer Günebakan (8 Mart 2013)