Uzun bir arayış | Hüseyin Bul

Ocak 13, 2016

Uzun bir arayış | Hüseyin Bul

uzun-yuruyusUzun yürüyüş üç bölümden oluşan bir roman. İlk etapta bir kaçış romanı diyebileceğimiz fakat ilerledikçe, içine girdikçe, bölümleri sindirdikçe işin sadece bu kadarla açıklanamayacağını görüyoruz. Birinci ve ikinci bölümlerde bir tost bir ayran yeter bana bütün dünya sizin olsun serzenişinin sessiz, derin yakarışları hâkim.

Kimsenin desteğini almadan tek başına ayakta durmanın mümkün olup olmayacağının arayışıyla çıkılan uzun yolculukta, “saf güç yok diye mırıldandı, insanın sadece kendi gücüyle, bu dünyada var olması olanaklı değil mi?” diye kendine sorduğu bu sorunun cevabını yine kendisi bizzat yaşayarak anlıyor ve cevaplıyor. Bunu da çöp toplayıcılar, eskiciler, evsizler tarafından bazen bir tas sıcak çorba, bazen üç beş kuruş para, bazen de yatacak bir yer yardımı alıp ayakta kaldığında öğreniyor.

Hep birilerinden yardım görür ama minnetle bakmaz hiçbir zaman. Bu, kahramanın tabiatına aykırıdır. Bu yardımları çoğu kez reddeder, rahatsız olur. Bu rahatsızlığının kaynağında bedava hiçbir şeyin olmayacağı düşüncesi yatmaktadır. “Bak şurası duş, bu arada sen git bir duş al. Giysilerini de yıka. Kuruyana kadar benimkileri giyersin.” Çöp toplayıcısının kralı Sadık’la girilen bu küçük münasebetten başkası tarafından yönlendirilmekten ve emir almaktan rahatsız olduğu için terk eder orayı.

Sokaklarda, parklarda yattıkça hastalanıyor, direnci kırılıyor ve özgüvenini kaybediyor kahramanımız. Bütün dünyanın insanlarının üzerine üzerine geldiğini hissediyor. En basit bir vapur turnikesinden bile sağ çıkamayacağını düşünüyor. Kıskaca alındığını, parasız hiçbir yere gidemeyeceğini ama yardımlarla ayakta durmak için kaçmadığını, beklediği, düşlediği kurtuluştan yavaş yavaş uzaklaştığını hissediyor.

İkinci bölümde, insanlardan kaçan, insan sesinden, yakınlığından, nefeslerini hissetmekten rahatsız kahramanımızın adı artık bellidir! Farkında olmadan Gezi olaylarından nasibini almış, hastanelik olmuş, uzun süredir yemek yemediği için midesi küçülmüş, bir kırıntıyla dahi doyan Mahmut’tur artık o. O bir çapulcudur.

Ayhan Geçgin’in Uzun yürüyüş romanı adeta kanayan yaralarımızı, ağrıyan yerlerimizi, çürüyen yönlerimizi dile getirir. Bunu da akıcı ve sade diliyle yapar. Mahmut ismini kendine yakıştıran kahraman, beyhude beyhude dolaştıkça kuruyan nehirleri, dereleri, doğaya müdahalelerin nasıl çöl iklimi yarattığını, her yere baraj yapılması sonucu nasıl ekolojik bozukluklara sebep olduğuna şahit olur ve okuyucunun dikkatini o yöne çeker. Midesinin esiri olmaktan kurtulacağı zaman, gece gündüz düşündüğü şeyden feragat ettiği zaman, tutsağı olduğu şeyden kurtulduğu zaman gerçek manada özgür olacağını düşünür. Bu düşünceleri de zamanla insanlardan kaçan bir yaratığa dönüştürür Mahmut’u.

Üçüncü bölüm de aynı zamanda bu toplumun nazik, hassas, ağrıyan bir yönünü işaret eder. Ki kırk yıldır üzerine konuşulan ama en azı da sadece konuşulan, en çoğu da çarpışılan, kavga edilen, savaşılan, hiçbir dönemde çözüm bulunamamış, çözümlere kapıların kapatıldığı bir sorunun, Kürt sorunun içinde bulmasıyla başlar. O coğrafyada bir dağ başında kız çocuğuyla rastlaştığında dünyayı sevgi kurtaracak düşüncesini yeniden yaşama gayesi içine girmesiyle okuyucuya verir. Bu saatten sonra yaşamak zorunda hisseder kendini. Kız için yaşamalıdır en azından.

Uzun yürüyüş romanını ister ekolojik bir manifesto, isterse oburluğun kar hırsının, talanın bu gezegeni, insanları ne hale getirdiğine dair bilimsel bir makale, isterseniz sıkıştığını hissettiği kentten kendini dışarı atmasına rağmen hala darlanan isimsiz bir kahramanın uzun yolculuğunu anlatan bir roman olarak da okuyabilirsiniz.

Hüseyin Bul – edebiyathaber.net (13 Ocak 2016)

Yorum yapın