Öykü ve şiir arasında dönüp duran bir ruhun incelikli yanlarını yakalamak istiyorsanız, söylediklerine değil söylemediklerine bakmalısınız. Kelimelerine değil suskunluğuna, içe kapanışlarına ve anlatamadıklarına kulak kesilmelisiniz. İnsanoğlu da nihayet bu üç basamaklı merdivenden ibaret değil mi? Yani hepitopu hepimiz anlattıklarımızdan, anlatmayıp sakladıklarımızdan ve elbette anlatamadıklarımızdan oluşuyoruz. Daha ötesine gitmeye gerek var mı?
Sessizliğin odası, öyle kelimesiz gibi görünür amma bir boşluk da değildir doğrusu.
Eh bir de bunun tersinden düşünün. Kelimeler var ancak hep bir sessizlik odasına çağırıp durur sizi. Dizeler, cümleler akıp giderken sessizlik de akıp gidiverir hemen yanıbaşında.
Serkan Türk’ün henüz buğusu üstünde Uzun Ruhlu Bir Cüce kitabını okurken bunları hissetmemek elde mi? Çünkü daha ilk şiirin ilk dizesinde suskunluğa rastlıyorsunuz.
küskünlük, suskunluk gibi bir şey değil (Gayya Kuyusu)
Küskünlüğü suskunlukla eşitlemese de şair, suskunluktan yola çıkıyor. Yorulmak ve yaşlandığını hissetmek de bir tür küskünlük yani suskunluktur. Tıpkı tek başına bir ağaç anlatılırken olduğu gibi:
yol boyunca aklında kalacak tek ağaç
sonsuz bir bekleyişle uzanıyor göğe
ve bereket versin, tanrı’nın yağmuru
yağıyor arada bir köklerimize (Uzun Yıllar Sessiz)
Serkan Türk, okuyucusuyla bir oyun oynuyor. Tadını çıkaracağı bir yaz bulduğunda suskunluğu tümden alıp götürecek bir bekleyişi var. Ve okuyucusundan saklıyor. Ve gizli bir anlaşması var sessizlikle:
sonsuz bir boşluk bulduk içimizde
doldur doldur bitmeyen yalnızlık koyduk adına (Yalnızlık)
Dönüp dolaşıp da sessizliğin odasına gelen her şair, kendi yalnızlığını önemser. Ancak Serkan Türk’ün bu kitabında öncekilerde olmayan derin bir umutsuzluk, dışa doğru açılmak isterken yorgunluğa benzer bir yara göze çarpar. Bu yara kimi zaman bir çölle, kimi zaman bir kış bahçesi ile tanımlanırken kimi zaman da iki mevsim açan güllerle kendini yeniden yeryüzüne doğru fırlatmak ister. Bunu zamana bakarak gerçekleştirmek ister. Çünkü zaman değişmelerin en önemli gösterenidir. Serkan Türk, zamanın çabuk geçivermiş olmasından duyduğu korkuyla geri çekilen şiirsel özneler bulur kendine.
gölgem ormanı dolaşmaktan
akşamı korkutmaktan geliyor
bahçemde ateşböcekleri belirirken
tekrarlıyor gece kendini (Kum Saati)
Serkan Türk, Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkan bu kitabı, aslında anlattıklarıyla değil anlatmadıklarıyla hatta anlatamadıklarıyla bize bir başka kapı açar. Sessizliği uğurlayın, der. Yorgunluklarınızı da. Sancılarınızı da.
Duru, yalın diliyle uzun ruhlu bir şairin söylediklerine kulak verin.
Hayrettin Orhanoğlu – edebiyathaber.net (30 Kasım 2016)