I
28 Eylül 2016’da Nature dergisinde yayımlanan bir araştırma, memelilerin ortalama yüzde 0,3’ünün tür içi şiddet nedeniyle öldüğünü ortaya koyuyor. Alanı biraz daha daraltıp primatlara indirgediğimizdeyse bu oran yaklaşık olarak yüzde 2’ye yükseliyor.
Alanı biraz daha daraltıp, insana baktığımızdaysa dönemsel dalgalanmanın oldukça yüksek olduğu sonucuna ulaşabiliyoruz. Örneğin, ortaçağda insanın insana uyguladığı şiddet nedeniyle ölenlerin oranı yüzde 12 iken, içinde bulunduğumuz yüzyılda bu oranın yüzde 1 civarına gerilediği sonucuna ulaşıyoruz. Aynı araştırmada verilen sonuçlarda, insan türünün tüm zamanlarda kendi türünden bir bireyi öldürme oranına baktığımızda ise diğer primat türleriyle aynı oranda, yüzde 2 civarında olduğu görülüyor. [i]
II
İnsanın insana uyguladığı şiddet üzerine düşünmek ve bu konuda yaşanmış örnekler üzerinde araştırma yapmak gerçekten çok can yakıcı sonuçlarla yüzleşmeyi göze almayı gerektiriyor.
Yelpaze, öfke kontrolünde yaşanan sıkıntı nedeniyle kavga edip ölüme sebep olmaktan, seri cinayetlere kadar bireysel şiddet örnekleriyle; polisin neden olduğu ölümlerden savaş nedeniyle yaşanan ölümlere kadar oldukça geniş bir alanı kapsıyor.
Günümüzde hâkim kanı, ceza ve şiddet tekelini yalnızca devlete vermek ve bireylerin birbirleri üzerinde şiddet uygulamasını tamamen yasaklamak yönünde. Devletler, gelişmişlik düzeylerine göre özgürlüklerin kısıtlanmasından, ölüm cezasına kadar değişik biçimlerde kullanabildikleri bir tekelin uygulayıcısı.
Savaşlar ise, öldürmenin meşrulaştırıldığı hatta kutsallaştırıldığı bir alan olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor.
Dolaysız şiddetin tepe noktası olarak tanımlayabileceğimiz savaş olgusunu bir kenara bırakıp devlet tekeline bıraktığımız ceza yetkisinin farklı kullanım örneklerine baktığımızda, türümüzün birbirini yok edebilmek adına ne denli yaratıcı olabileceğine şaşırmamak elde değil.
Örneğin günümüzde, haber metinlerinin kuruluğu içinde artık ne olduğu üzerinde düşünmekten bile vazgeçtiğimiz, “ekonomik yaptırım” ve “ambargo” kavramları, gücü yetenin “öteki” olarak adlandırdığına uyguladığı şiddetin en uç noktalarından birisi olarak kabul edilebilir. Uygulanan yaptırımlar ve ambargolar nedeniyle kaç insanın öldüğünü hesaplayabileceğimiz bir yöntem var mıdır, bilmiyorum.
III
Tarihi biraz daha geriye sardığımızdaysa, tecrit amaçlı oluşturulan gettolardan, toplama kamplarına kadar, onlarca farklı şiddet mekânının tasarlanıp milyonlarca insanın burada ölmesine göz yumulduğu örnekleri görebiliriz.
Getto ve toplama kampı dediğimizde hiç kuşku yok ki aklımıza 2. Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından oluşturulanlar geliyor. Birer öldürme fabrikası gibi tasarlanan toplama kamplarındaki inanılmaz mekanizmayı anlatan kaç film – belgesel çekildi, kaç kitap yazıldı kim bilir.
Yine de bu kampların nasıl birer ölüm makinesi olarak tasarlandıklarını anlatan, László Nemes imzalı Son of Saul isimli filmi burada anmak isterim.
Almanların yaptığı soykırım üzerine çok yazıldı, çok konuşuldu. Bununla birlikte, Stalin Rusya’sında, devletin vatandaşlarına uyguladığı zulüm ile ilgili yeterince konuşulup yazılmadı.
Vikipedi’de, Stalin maddesine baktığımızda şöyle bir paragraf görüyoruz:
“1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından önce, Stalin rejimi altında öldürülen insan sayısını hesaplamaya çalışan araştırmacılar 3 ila 60 milyon arasında değişen tahminlerde bulundu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra 799.455 (1921–1953) kişinin infazını içeren resmi kayıtlar gibi Sovyet arşivlerinden elde edilen kanıtlar da mevcuttu. Yaklaşık 1.7 milyon kişi Gulag’da, 390,000 kişi ise zorunlu göç sırasında öldü. Bu kategorilerde toplam 2.9 milyon resmi kurban var.” [ii]
Sayıları üç ila altmış milyon arasında değişen ve bu yazıda basit birer rakam olarak algılanma riski bulunan kişilerin neler yaşamış olabileceğini, geride kalanların yazdıklarına bakarak tahmin edebiliyoruz.
Bu kapsamda değerlendirebileceğimiz eserlerden birisi de Varlam Şalamov’un yazdığı Kolıma Öyküleri isimli kitap.
IV
1907 ile 1982 yılları arasında yaşamış olan Şalamov; “Lenin’in Vasiyeti” olarak adlandırılan ve Lenin’in kongreye yazdığı parti içi bir tartışma yazısı olarak değerlendirebileceğimiz metnin dağıtılmasına aracı olmak, Troçkist olmak, gibi suçlamalar nedeniyle üç dönem halinde toplamda on yedi yılını çeşitli kamplarda ve hapishanelerde esaret altında geçirmiş biri.
1956’da itibarı iade edilip Moskova’da yaşamasına izin verilmiş olsa da on yedi yıl süren esaretine dair yazdıklarının 1987 yılına kadar SSCB’de yasal olarak yayımlanmasına izin verilmez. Daha sonra Kolıma Öyküleri üst başlığı altında toplanacak olan öyküler, 1960’lı yıllardan itibaren İngilizceye çevrilir ve ilk derleme, 1966’da İngilizce olarak yayımlanır. Kolıma Öyküleri’nin Rusça olarak, İngiltere’de yayımlanabilmesi ise 1978 yılını bulur. Söz konusu öyküleri bizim Türkçe olarak okuyabilmemiz ise 2019 yılında gerçekleşir.
Jaguar Kitap tarafından yayımlanan ve Gamze Öksüz tarafından Rusça aslından çevrilen kitapta toplam 46 öykü yer alıyor.
Bu 46 öykünün 33 tanesi, Kolıma Öyküleri olarak basılan ilk derlemeden; diğer öyküler ise Şalamov’un diğer derlemeleri olan, Irmağın Sol Yakası, Kürek Sanatçısı ve Karaçamın Dirilişi isimli yapıtlardan seçilmiş. Yayınevi, bu editoryal tercihi konu bütünlüğünü göz önüne alarak yapmış ve kitabın başına koyduğu notta, yazarın diğer öykülerini de yayın programlarında olduğunu belirtmiş.
Kolıma Öyküleri, geleceğe bırakılan birer belge niteliğinde olmalarının yanı sıra insanın zorlu koşullarda göstereceği tepkileri anlatabildiği için de önemli.
Eksi elliyi bulan sıcaklıklarda aç, uykusuz ve yorgun insanların çektiklerini; bir parça ekmek ya da tütün için yapabileceklerini; herkesin insanlıktan çıktığı koşullarda bile vicdan sahibi olunabileceğine dair yaşanmışlıkları, bir gün daha yaşayabilmek için yapılabilecekleri ve daha yüzlercesini okuyabilmek adına Kolıma Öyküleri atlanmamalı.
Şalamov, Kolıma Öyküleri’nde içinde bulunulan durumun vahametini göstermek için duygusal cümleler kurma gereği kurmamış. Kimseyi yüceltmemiş veya küçümsememiş. O koşullar altında yapılan her şeyin kendi mantığı içinde bir açıklaması olduğunu anlatmaya çalışmış. Adi suçlular ile siyasi suçluların bir noktadan sonra farklarının kalmadığını, başlarında bulunan gardiyanların, sağlık görevlilerin ve diğer yöneticilerin de ya eski ya da müstakbel suçlu olduğu bir dünyayı anlatmış.
Kolıma Öyküleri, 2019 yılından bakıldığında aklımızın almayacağı bir gerçeklik sunuyor gibi görünüyor. Bununla birlikte, 21. Yüzyılda yaşanan ve bizim belki bilmediğimiz belki de görmezden gelmeyi tercih ettiğimiz dramların boyutlarını ve o dramı yaşamak zorunda kalan insanların neler hissediyor olduklarını anlayabilmek adına da okunmayı hak eden bir eser.
[i] Bu verileri aldığım kaynaklar:
https://www.nature.com/articles/nature19758
https://evrimagaci.org/insan-saldirganliginin-evrimi-neden-ve-nasil-saldirganlasiyoruz-7484
[ii] https://tr.wikipedia.org/wiki/Josef_Stalin
Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (6 Ocak 2020)