Acımızı ve öfkemizi ifade edecek sözcüklerin bulunamadığı günlerden geçip gidemedik bir türlü. Her sabah uyanır uyanmaz haber akışına bakıyorum geceden bize ne kaldı diye. Böylesi tedirgin ve ürkek uyanmak da yorar oldu artık. Güne böyle başlamak, daha başlayamadan tüm enerjimin kaybolup gitmesine neden oluyor. Açıkçası konuşmak bile istemiyorum çoğu zaman. Daha çok sokuluyorum kitaplara. Yaşadıklarımızdan uzaklaştırsın diye iyi edebiyatın peşinden koşmaya çalışıyorum.
Çocuk ve gençlik edebiyatımıza çok fazla emek vermiş olan Ayfer Gürdal Ünal’ın peşine düştüm geçtiğimiz hafta. Bu alanda ulusal ve uluslararası önemli çalışmaları vardır kendisinin. İş Bankası Kültür Yayınları arasından yayımlanan “Pera’da Nefes Nefese” adlı kitabı görünce, tamamdır dedim, aradığım budur. Arka kapaktaki iddialı şu satırları da okuyunca heyecanlanmamak olası değildi. “Ayşe ile Can anneleriyle birlikte Şubat tatilinde, Rusya’da mühendis olarak çalışan babalarının yanına gitmeyi hayal ederken yaşamları bir anda alt üst olur. Annelerini tehdit edip sahte bir tabloya gerçek demesini sağlamaya çalışan iki sanat eseri sahtecisi, 13 yaşındaki Ayşe’yi kaçırır. Nefes nefese bir takip, Pera’nın gizemleri, 11 yaşındaki Can’ın cesareti ve Ayşe’nin soğukkanlılıkla bıraktığı ipuçları… Acaba, polis ipuçlarından zamanında sonuca gidebilecek mi? Bu sürükleyici macerada bir saniye dahi sıkılmaya vakit bulamadan Pera Müzesi, Galata Kulesi, Galata Mevlevihanesi’nde gezinecek, aynı zamanda yanınızda Agatha Christie, Hezarfan Ahmet Çelebi, Şeyh Galip ve Şair Leyla Hanım’ı da bulacaksınız. Osman Hamdi ile tanışıp en tanınmış eseri Kaplumbağa Terbiyecisi’nin esinlenme öyküsünü okuyacaksınız.”
Buraya kadar her şey çok güzel. Kim istemez okuduğu bir kitapla Pera Müzesi’ni, Galata Kulesi’ni, Mevlevihaneyi gezmeyi. Tam da aradığım kitap diye düşünerek başladım okumaya. Ve ilk olarak kurgu beni hayal kırıklığına uğrattı. 13 yaşındaki kızları kaçırılıyor, anne-baba perişan olup dövünecekleri yerde fazla sakin davranıyorlar. Batılı ülkelerde nasıl davranıyorlar bilemiyorum fakat bizim ülkemizde böylesi sakin davranış sergileyecek anne- babanın var olduğunu düşünemiyorum. Hani bazı kitaplarda okuruz ya horozları “kukuriku” diye öttürür yazarlarımız. Ve oysaki bizde “ü-ü-rü-üüü” diye öterler o horozlar, buradaki anne baba davranışı da böylesi sırıtmış işte. Çocuklara bilgi vermek adına bu şekilde yazıldığının farkındayım ama kurgusuyla uyum sağlamamış. Kızlarının izini bulmak için çırpınan anne-babanın davranışı olabilir mi şu satırlarda yazanlar? “… Galata Kulesi’ne vardıklarında grup ne yapacağını bilemez halde durdu. ‘Hey gidi koca kule hey’ dedi Kerim Bey. (Kızın babası). ‘Ah bir dillenip de konuşsa masallardaki gibi.’ ‘Yapıldığı 528 yılından beri dile geldiği duyulmamış’ dedi Sevim Hanım. (Kızın annesi). ‘Kimler gelmiş, kimler geçmiş, kuleyi ilk yaptıran Bizans İmparatoru Anastasius’tan bugüne kadar. Esirlere hapishane olmuş, müneccim Takuyiddin’in rasathanesine barınak olmuş, Hezarfan’a uçmak için pist bile olmuş!’ ‘Ya tünelleri’ dedi Kerim Bey ‘ya yeraltı tünelleri.’ ‘ Aaa, Galata Kulesi’nde tünel olduğunu bilmiyordum’ dedi Sevim Hanım. ‘Yakın zamanda sanırım 1960’larda bir restorasyon sırasında keşfedildi. Kulenin zemininden dört metre aşağıya inildiğinde muntazam bir taş örgü tünel bulundu. Haliç’e kadar indiği düşünüldü ama tünelin içinde ancak 30 metre ilerlenildi. Tünelde bazı insan kemikleri, kafatası ve altın sikkeler de bulundu ama bu buluntular sır özelliğini koruyor. Aydınlatılamadı tünelin sırrı.’”
Kız kayıp, can sağlığı tehlikede, anne-baba Galata Kulesi’nde turistik gezi yapıyorlar gibi. Kulenin, tünellerin sırrının peşindeler. Hemen arka sayfada henüz kulenin içerisinde bulundukları sırada da şu diyalog geçiyor aralarında. “… Anne, gerçekten çok tuvaletim geldi. (Bunu söyleyen Can. 11 yaşındaki oğulları.) ‘Tamam’ dedi Kerim Bey, gelin şu karşıdaki Anemon Otel’e girelim. Otelin tuvaletini kullanmak için izin isterim ben.’ ‘Anemon ne demek?’ diye sordu Can. ‘Manisa Lalesi ya da dağ lalesi de denir,’ diye yanıtladı Kerim Bey. ‘Manisa dolaylarındaki Spil Dağı Milli Parkı’nda yetişir, koruma altındadır. Yılda sadece on beş gün açar. Koparmanın büyük cezası vardır.’”
Bu iki örneği buraya özellikle aldım. Sayıyı çoğaltabilirim de. Bilgi aktarması açısından iyi, güzel. Fakat kurguyla birlikte düşününce gereksiz duruyor. Tat vermiyor. Kızları kaçırılan anne-babanın konuştuğu konulara bakın. Bunları yazarken, yıllar yıllar önce oğlumuzun yaklaşık 3 dakika gözümüzün önünden kaybolduğu anı hatırladım. Bu öyle bir şey ki sakin kalabilmek, Galata Kulesi’nin, Manisa Lalesi’nin konuşulacağı zamanlar değil.
Tabi bu bilgileri aktarırken karaktere kullandırılan akademik dil ya da ansiklopedik dil anlatım dilini de yavanlaştırıyor. Hiçbir sıcaklık bırakmıyor.
Gerçeküstü ögelerle bezeli olmayan polisiye türü serüven kitapları, sözünü ettiği kültürden izler taşımalı. Burada anne-babanın davranışlarının bize has olmasını beklerdim. Bununla birlikte iyi bir çocuk kitabından yetişkinler de keyif almalı. Severek okumalı. Buradaki yazılarımda da çok sık dile getiriyorum “ebeveynler de okusun bu kitabı” diye. Bu kitap bir yetişkine keyif vermez. Tabi ki tek ölçüt bu olamaz fakat çocuklar da yetişkinlerden çok farklı değil artık. Bir yetişkinin fark edeceği vasatlığı onlar da hemen fark edeceklerdir. Özellikle de iyi bir okur olanlar!
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (19 Aralık 2016)