Orhan Pamuk’un yeni kitabı Veba Geceleri, beklenildiği gibi yayımlandıktan sonra gündem oluşturmaya ve tartışılmaya başlandı. Kitabın bir Türkiye alegorisi olduğunu söyleyenler de oldu, Mustafa Kemal düşmanlığı yaptığı iddiasına dayanarak hakaret edenler de oldu. Yayınevi ve Orhan Pamuk bu iddiaları –talihsizce- yalanlarken eserin, milli devletlerin kurucu kahramanlarına hayranlıkla yazıldığını belirttiler. Romanın teknik yönü ise pek tartışılmadı. Kitaba dair farklı bir yorum olacak bu değerlendirme, onun tarih anlatıcılığı yanını vurgulamaktadır.
19. yüzyıldan itibaren başlayan tarihi roman yazımı, romanın diğer türlerinde olduğu gibi gelişerek devam etmiştir. 1980’lerden sonra ise geleneksel tarihi roman yazımına tepki olarak ortaya çıkan Yeni Tarihselcilik kuramı, bu alandaki algıları derinden sarsmıştır. Stephen Greenblatt’ın öncülüğünü yaptığı bu yeni anlayış, tarihte yaşananların bilimsel bir gerçeklik olarak görülemeyeceğini ve edebi eserlerde olduğu gibi tarihi eserlerin de kurmaca bir gerçeklikle yazıldığını savunmaktadır. Edebiyat ile tarihi daha da yakınlaştıran Yeni Tarihselcilik anlayışı, postyapısalcı diğer kuramlar gibi kemikleşen kurallara bir tepki taşır. Böylelikle roman yazarları tarihe farklı bir gözle bakmaya başlamış, güçlünün tarihinden ziyade ezilenin ve ötekileştirilenin tarihini anlatmaya başlamıştır. Mesut Tekşan, geleneksel tarih yazımında ele alınmayan ideoloji, güç, marjinal gruplar ve ötekileştirmenin Yeni Tarihselcilikte etkin rol oynadığını belirtir (Tekşan, 2020). Peki, Veba Geceleri romanı da bu yeni anlayışın bir ürünü olarak kabul edilebilir mi?
Orhan Pamuk, üst kurmaca tekniğiyle kurgusal bir kişi olarak ortaya koyduğu Mîna Mengerli’nin ağzından anlatmaktadır romanı. Yazarın yarattığı bir yazarın anlattığı bir romanı okuyoruz. Bu kurgusal kişinin, II. Abdülhamit’in kardeşinin torunlarından biri olduğunu öğreniyoruz kitabın ilerleyen sayfalarında. 1901 yılında geçen romanda II. Abdülhamit, Osmanlı Devleti’nin tahtındayken hayali ada Minger’de baş gösteren veba salgını anlatılmaktadır. Minger’de olup bitenler dışında kitapta anlatılan İzmir’deki veba salgını, Osmanlı bürokrasisindeki çalkantılı değişimler, Rodos ve Girit göçleri tarihteki gerçek olaylara dayanır. Roman, II. Abdülhamit döneminde geçmesine rağmen anlatılanlar padişah veya iktidar anlatımı değil bir hastalık ve bu hastalıkla mücadele eden insanların, ötekilerin hikâyesidir. Salgını önlemek için adaya gelen Bunkowski Paşa, Minger’in bağımsızlığı için mücadele eden Kolağası Kamil ve bütün düzenin adadaki yürütücüsü olan Vali Sami Paşa bile bu hikâyede Osmanlı Devleti’nden ve devletin sisteminden kopmuş kişiler olarak verilir. Veba salgını için verdikleri mücadelede yalnız kaldıklarını görünce adadaki insanların çoğu (Damat Doktor ve Vali dahil) artık devletin umurunda olmadıklarını anlarlar. Abdülhamit –bir anlamda Osmanlı Devleti- batılı devletlerle olan ilişkilerinin bozulmaması ve uluslararası camiadan tepki çekmemek için Minger’i kaderine terk eder. Ada, uluslararası bir ittifak grubunun gemileri tarafından kuşatılır. Bu kuşatmaya Osmanlı da kendi gemileriyle katılır. Adayı kimsenin terk etmesine izin verilmez. Salgınla mücadele içinse ciddi bir yardım gelmez. Bu küçük ama bereketli adanın insanları artık “öteki”dir.
Yeni Tarihselci tarih yazımı, yorumlamaya dayandığı için gerçeklere mesafelidir. Daha doğrusu bu anlayışta gerçeğin ele alınış biçimi farklıdır. Yazarlar yaşanan olaylara, karşı bir pencereden bakmaya çalışır. Orhan Pamuk da Veba Geceleri’nde, İstibdat döneminde yaşananları farklı bir anlayışla kaleme almıştır. Abdülhamit’in “Kızıl Sultan” oluşunu, okura fısıldayarak ve halkın dilini kullanarak anlatır. Minger valisi Sami Paşa’nın yaptığı toplantılarda, meydandaki kalabalıkların arasında, tekke veya manastırlarda hep “Zat-ı Şahane” olarak anılmaktadır Abdülhamit. Kimsenin, onun adını söylemeye bile cesareti yoktur. Hatta bir toplantıda Zat-ı Şahane’nin adı geçince söylenecek herhangi bir sözün hafiyeler aracılığıyla yetiştirileceğini düşünen bürokratlar birden susarlar ve toplantı sona erer. Yazar, Abdülhamit’i halkın gözünden anlatırken onun istibdatının klasik gerekçelerini de vermekten çekinmez: “Bütün bu olaylar olurken, yani Beşinci Ordu’dan gelmiş Arap askerler Dolmabahçe Sarayı’nı kuşatır, tahttan indirdikleri Padişah sandalla kaçırılır ve aynı sahilde birkaç saray aşağıda bir yerde dört gün sonra bilekleri kesilip öldürülürken (ya da öfkeyle intihar ederken) şimdi taht sırasında birinci olan Abdülhamit çevresindeki odalarda, saraylarda olup bitenleri kendi odasından dehşetle izliyor, anlamaya çalışıyordu.” (Pamuk, 2021: 205).
Geleneksel tarih anlatımında büyük savaşlar, taht mücadeleleri ön plandayken Yeni Tarihselci tarih anlatımında günlük yaşamdaki sıradan olaylar ele alınır. Kubilay Geçikli bunu şöyle açıklar: “İdeoloji, Yeni Tarihselcilikte bir anlamda iktidarın diğer adıdır. Odak noktasını tarihteki büyük savaşlardan, hükümdarlık zincirlerinden ve onurlu kahraman ve liderlerden uzaklaştırıp, örneğin tarihteki evliliklere, dinsel inanışlara, eğlence eksenli tören ve geleneklere, annelik olgusuna, köle ticaretinin gerçekleşme biçimlerine ve bununla ilgili anlatılara, insanların günlük yaşantılarına, özellikle de tarihsel anlatılarda kendilerinden pek de söz edilmeyen, bir anlamda marjinalleştirilmiş ve ötekileştirilmiş insanların öykülerine yönlendirir.” (Geçikli, 2016). Veba Geceleri’nde de özellikle günlük yaşamın ayrıntıları üzerinde durulduğunu görüyoruz. Kolağası Kamil ile Zeynep’in evlilikleri uzun uzadıya verilir, doğacak çocuklarının isminin Mingerce bir isim olması için Kolağası Kamil’in günlerce süren çabası anlatılır. Yine Orhan Pamuk’un başka eserlerinde görmeye alışık olduğumuz din- tekke- tarikat ilişkilerinin Veba Geceleri’nde de sıkça işlendiğine tanık oluyoruz. Adadaki Halifiye tarikatının lideri Şeyh Hamdullah karakteri, kitabın önemli bir bölümünde dikkat çekilen biridir. Suikastlara, insan kaçırmalara, darbeye bulaşan bu tarikatın öncüsü olan Şeyh, günlük hayatı ciddi anlamda etkileyen bir kişidir.
Postmodern roman teknikleri, aralarındaki dirsek teması sebebiyle Yeni Tarihselcilik kuramıyla yazılan romanlarda sıkça kullanılır. Tarihin doğrusal bir çizgide ilerlemediğini savunan bu anlayış, postmodern teknikler vasıtasıyla romanda verilen zamandan çok önce veya çok sonra yaşanmış bir olayla anlatılan durum arasında bağlantı kurabilir. Veba Geceleri’nde, Orhan Pamuk anıştırma yoluyla bu bağlantıları sağlamıştır. 1901 yılında Osmanlı’nın bir adasında salgın yüzünden mahsur kalan ve acı çeken bir halkın kurtuluş ümidi, kızıl yelkenli bir gemi olur: “Bir de kızıl yelkenli bir geminin gelip herkesi kurtaracağı yolundaki söylenti vardı.” (Pamuk, 2021:376). Yazar burada kızıl yelkenli bir gemi diyerek Sovyet Rusya’ya gönderme mi yapmaktadır? İkinci Dünya Savaşı sürerken Yahudilerin ve Komünistlerin kendilerini kurtaracak kızıl bayraklı orduyu beklemeleri, bilinen bir gerçektir. Oysa İkinci Dünya Savaşı 1940’lı yıllardan sonra yaşanmışken Minger’de bahsi geçen olaylar bundan 40 yıl öncesini anlatmaktadır.
Orhan Pamuk, bu kitabıyla bir kez daha kamuoyunun ilgisini üzerine çekmeyi başarmıştır. Bunu isteyip istemediği tartışılabilir fakat Kara Kitap üzerine yıllar süren tartışmalardan sonra Veba Geceleri’nin de yayımlandığı andan itibaren tartışmaların odağı olması şüphesiz Orhan Pamuk’u gündemde tutmaya devam edecektir. Roman üzerine gerek teknik açıdan gerekse içeriğindeki olay ve kahramanlar açısından pek çok değerlendirme yapılacaktır elbette. Onun tarih anlatıcılığı ve Yeni Tarihselcilik ile olan bağlantısı ise henüz üzerinde durulmamış, tartışılmaya açık bir tarafıdır.
Kaynaklar
Pamuk, O. (2021, Mart). Veba Geceleri. İstanbul: YKY.
Tekşan, M. (2020). Yeni Tarihselcilik kuramı ve Louis De Bernieres’in Kanatsız Kuşlar romanı üzerine bir inceleme. Turkish Studies – Language, 15(4), 2065-2092. https://dx.doi.org/10.47845/TurkishStudies.47077
Geçikli, K. (2016). Edebiyatta Yeni Tarihselcilik. CÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:40, Sayı:1, (173-188).
edebiyathaber.net (19 Nisan 2021)