Orhan Pamuk, Cumartesi günü açılacak Masumiyet Müzesi’ni anlattı: ‘Bütün bu eşyalarla o günkü İstanbul hayatını görecekler… Müzeyi gezenler hangisi gerçek hangisi yazarın hayali diyecekler… İlk defa hayali kahramanlar üzerinden bir kültür anlatılıyor. Kemal de bu müzeden çok hoşnut kalırdı.”
Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un ”Masumiyet Müzesi” isimli romanından esinlenerek hayata geçirilen ve bu özelliğiyle dünyada ilk olan müze Cumartesi günü kapılarını ziyaretçilere açacak. Pamuk, müzeyi NTV’den Yavuz Harani’ye anlattı:
”Bir gün bir roman yazdım çok sevildi sonra müzesini yaptım’ değil. Masumiyet Müzesi ve romanı baştan beri aklımdaydı. Ne bileyim; bir ayva rendesini buluyordum onu romana katıyordum. Çünkü romanda öyle bir eşyaya ihtiyaç vardı. Bir gün burada Masumiyet Müzesi’nde sergilenmek üzere.
Masumiyet Müzesi’ne gelenler romanı okumasalar bile kendilerini meşgul edecek bir atmosfer, 1950’lerden 2000’e kadar İstanbul’da yaşayanların kullandığı kağıtları, eşyaları, takıları, kaşıkları, çatalları, bıçakları, banka defterlerini, sigorta kağıtlarını, milli piyangoları her şeyi bulacaklar. Bir yandan da Füsun’la Kemal’in Leyla ile Mecnun gibi kırık aşk hikayesine de tanık olacaklar ve bütün bu eşyalarla o günkü İstanbul hayatını ki, o zamanki İstanbul hayatı bügünkü gibi zengin ve havalı değildi. Kırık solgun sarı bir ışığı olan yorgun bir yerdi İstanbul. O zamanki İstanbul’la bu aşk hikayesinin birleştiğini görecekler.
Bir roman yazarsınız herkes der ki, ”Sen bunları yaşadın mı?” Aslında romancı yaşadığı şeyi bir hikaye, bir roman şekline koyarken hayal gücünü de çalıştırır. Bu müzede de belki aynı şeyi yapıyoruz. Buradaki özel durum şu; hayali bir hikayenin gerçek nesneleri var. Bir yandan bu hakiki eşyaların ima ettiği güçlü bir gerçeklik duygusu var müzede. Bir yandan da roman kahramanı olan Füsun’la Kemal’in aşkının hayali yani var ama bu ikisi yavaş yavaş birbirine içine geçiyor.
En büyük eşyası da bu binanın kendisidir. Bu binayı aldım. Burası bambaşka bir şeydi. Onu bir ailenin evi olarak romanda işledim sonra da onu müzeye çevirdim. Yani, tıpkı roman okurken olduğu gibi müzeyi gezenler de hangisi gerçek hangisi yazarın hayali diyecekler. Ama en sonunda en sonuda bir kültürü, İstanbul’u eşyalarla gösteriyoruz.
‘BURAYA DÖKÜLEN EMEK…’
Müzeyle ilgili iftihar edebileceğim tek şey belki de buraya dökülen emektir. Arkadaşlara da bazen ‘tarihteki en yoğun emeğin harcandığı müze’ derim. Her kutu için özenle uğraştık. Bazen Kemal’in Füsun’un 4 bin sigarasını toplaması gibi bir takıntıyla uğraştığımızı hissettim. En sonunda kültürden, günlük hayat ayrıntılarından çıkan bir alem yapıyorduk. Romancılık da böyle bir şey değil midir? Yaşadığımız şeyleri birazcık değiştiririz, onu bir başkasının macerası bir başkasının başından geçmiş bi şey gibi gösteririz ve bu küçük küçük cümlelerden ayrıntılardan hayat parçalarından bir alem oluştururuz.
Buranın atmosferi, buranın ışığı, halesi okurun duygularına ziyaretçinin duygularına hitap eden yanı, en önemlisi bu. Kitabı okudum, müzeye geldim, eşyaları gördüm değil. Kitabı okusun okumasın ‘o aleme girdim, o binanın kapısından girdim ve Masumiyet Müzesi’nin havasını soludum’ desinler istiyorum. Bilmem derler mi? Onu da göreceğiz…
‘KEMAL BU MÜZEDEN HOŞNUT KALIRDI’
Şimdi Kemal’in bana yakın oluduğu bir taraf var. O da Nişantaşı’nda büyümüş, yaşamış. Bir de daha önemlisi; o aşk yüzünden bense edebiyat siyaset yüzünden belki çevremden uzak düşmüşüm. Alay etmişler, dışlamışlar. O da inatla direniyor. Kemal’le özdeşleştiğim, ona saygı duyduğum yer bu. Aslında kahraman kim olursa olsun kültür aynı. Evet kahramanlar üzerinden kültür anlatıyoruz ama ilk defa kahramanlar üzerinden derken hayali kahramanlar üzerinden demek istiyorum. Hem böyle diyorum ama aslında Kemal bu müzeden çok hoşnut kalırdı.
Bir dönemi bütün bir zaman parçacığını eşyalarla anlatmak mümkün. O bağlamda Masumiyet Müzesi’nin küçük mütevazi bir isteği de var. Eskiden epikler, destanlar vardı. Hepimiz biliriz kralların hayat hikayelerini. Kutsal ve pahalı eşyalarını anlatır. Bunlar da müzelerde segilenirdi. Roman ise günlük hayatımıza önem verdi. Tuvalet kağıdından sabuna, çaya kadar hepsi romanlara girdi ve insanların çoğu bunu kullanıyor. Sıradan insanlar önemli diye romanlarda sevdik kabul ettik.
‘SEN BİR YAZARSIN, NİYE YAPTIN?’
Herkes bana soruyor; ”Orhan sen bir yazarsın, niye bunu yaptın?”. Bu kadar çok sorulunca tıpkı bir roman gibi tek bir cevabım yok. İçimden bu geldi. Buna inandım. Ben ressam olmak istemiştim. Müzelere inanıyorum. Müze severim. Çok giderim. Biz niye yapamayalım? Zihinsel yaratıcılıkla, edebi yaratıcılıkla, sanatsal buluşlarla ilginç bir şey yapabiliriz diye de düşündüm. Hem babaannem hem anneannem bu hediyeleri alırdı. Romanın geçtiği ylılların milli piyango biletleri. 31 Aralık çekilişi. Romanda anlattığım gibi işaretlemek için kuru fasulye kullanılırdı.
Aristo’nun bölünemez atomları gibi zamanın bölünemez anları vardır. Bu müzede her bir eşyayı Kemal öyle hatırlıyor. Füsün’u hatırlatıyor ve bir anı hatırlatıyor. Nitekim sigaranın altına da yazmış.
Bu romanın bir özelliği romanda olmayan ayrıntılar var. Mesela, Kemal’in babası aynı zamanda Monte Carlo’ya gidip kumar da oynamış, bu ayrıntı müzde var. Böyle ayrıntılar olmasını seviyorum. Olayları birazcık ileri götürüyor, onu da seviyorum.”
Kaynak: ntvmsnbc.com (27 Nisan 2012)