Jeanette Winterson’un, “Vişnenin Cinsiyeti” adlı kitabı geçtiğimiz günlerde Sel Yayıncılık tarafından, Pınar Kür çevirisi ile tekrar basıldı. Kitap, tanıtım metninde söylendiği gibi; “hayal gücüne yazılmış bir güzelleme” olarak karşımıza çıkıyor. Ancak kitabı yalnızca hayallerle kurulu ve gerçeklerden uzak olarak da niteleyemeyiz. Masal okuyormuş hissine kapıldığımız bir anda yaşamımızın oldukça güncel gerçeklerini karşımıza çıkaran ve bunu müthiş bir ironi ile başaran bir kitap olarak tanımlamak, sanırım bu metin için daha uygun bir değerlendirme olacaktır. Coğrafyamızda okurun daha çok “Tek Meyve Portakal Değildir” ile tanıdığı yazar, “Vişnenin Cinsiyeti” kitabında bizi hayalli, içsel bir yolculuğa çıkarıyor. Zaman, cinsiyet, cinsellik, ahlak, estetik, aşk gibi birçok konu kitabın alt metnini oluşturuyor ve bahsettiğimiz gibi yaşamımızın hayal olamayan gerçekleriyle bizi yüzleştiriyor.
Winterson; “Sanatın bize sunduğu iyileştirme etkeni yalnızca ne dediği, ya da ne yaptığı ile sınırlı değildir, neye izin verdiği önemlidir. Gündelik zaman bir süreliğine önemsizleşir. ‘Zamanın geçtiğini fark etmedim” dediğimizde özgürlüğümüzü hissederiz. Ȃşık olduğumuzda da aynı şey olur.’ diyor. Böylece yazar gündelik zamanın içinde kendi içsel zamanımızı bulmaya, nasıl geçtiğini anlamayacağımız zamanlara bizi çağırıyor belki de. Bu nedenle de zaman onun anlatısında önemli bir yer tutuyor ve içimizde yaşadığımız zaman ile dışarıda sürüp giden; günleri, ayları, yılları belli olan zaman arasındaki farkı aşmaya çalışıyor. Şu an yaşadığımız tarih bizim içimizdeki tarih olmayabilir, o nedenle Winterson tarihi bir roman olarak tanımlıyor “Vişnenin Cinsiyeti” kitabını. Kitap I. Charles’ın krallığı döneminde geçiyor ama bir tarih kitabı gibi standart bir kalıbı yok. “Kendi hayatıma baktığımda hayal gücünün yaşanmışlığa karşı hep zafer kazandığını görüyorum.” diyen yazar; sanatın kendisine izin verdiğinin dışına çıkarak tarihi hayal ile yoğuruyor ve yine bahsettiği, ȃşık olmuşsunuz gibi; zamanın nasıl geçtiğini anlamadığınız bir okuma deneyimi sunuyor.
Kitap, 17. yüzyılda İngiltere’de olup, olmadığı belli olmayan yazarın hayal ettiği bir dünyayı bize getiriyor. Oldukça iri, köpeklerle yaşayan, genel estetik algının oldukça dışında bir kadın, Thames Nehri’nde bulduğu Jordan’ı alıp, çocuğu gibi besleyip, büyütüyor. Ve bu “enteresan” gelebilecek kadın kahraman bizi fantastik bir hayal dünyasında yolculuğa çıkarıyor. Bir coğrafyaya muz ilk geldiğinde insanlar ne hissetmişlerdir, onlara bu meyve neyi simgelemiştir? Ananası ilk kez gören birisi nasıl bir heyecan yaşar? Gibi meyve kokulu sorular sorarak meyvelerin insanların kafasındaki imgesel anlamlarını da deşifre ediyor. Ayrıca On İki Prenses öyküsünü kendi üslubuyla ve hayal gücüyle anlatan yazar; “sonsuza kadar mutlu yaşamışlar” mitini evet sonsuza kadar mutlu yaşamışlar ama kocaları olmadan şeklinde yeniden üretiyor. Yazarın hayal gücü ile tarihi, mitolojiyi, iç içe geçirdiği metni zamanı bu günde algılamaya götürüyor bizi çünkü ona göre; “geçmiş her dakika gerçekleşiyor.” Biz şimdiyi yaşıyoruz ve bu günde gördüğümüz sorunlar sanki dün yokmuş gibi davranıyoruz. Oysa öyle değil bellek bizim geçmişimizin bu gündeki karşılığı ve biz iyi ya da kötü pek çok şeyi bu güne aktarıyoruz. Kitaptan örnekleyecek olursak dans eden 12 Prenses öyküsünden; “Gün be gün yok olduğumu hissediyordum. Kocam için artık gerçek bir insan değil, çevresindeki nesnelerden birisiydim. Yenilenmesi gereken çittim ben. Aynaya baktığımda canlılığımı yitirdiğimi, artık heyecan verici olmadığımı görüyordum.” Bu duyguyu yaşayan kim bilir kaç kadın var bu günümüzde. Yazarın başarısı işte burada bana göre kitapta bize masalmış ya da mitolojik bir öyküymüş gibi anlattığı her metnin altında hayal olmayan gerçeklerimiz var. Ve evet kendisinin de söylediği gibi; geçmiş her dakika başucumuzda. Belleğimizle aktardığımız kültürel, ahlȃksal tüm normlar bu günde ve geçmişte ama yarında olması bize bağlı belki de. Ve şu cümle tam da bunu anlatıyor; “Yeniden yazılamayacak hiçbir tarih yoktu, en eski günlerse zaten görülmeyecek kadar uzaktaydı.” Yazılan ve görülemeyecek kadar uzak olan tarihin nasıl olduğunu görmek ve onu yeniden yazabilmek hayal etmemiz gereken, tıpkı Winterson’un yaptığı gibi.
“Erkeklerden nefret etmiyorum, biraz daha çaba göstersinler istiyorum” diyen yazara, annesi çok olumsuz olduğunu söyleyince yazarın cevabı oldukça anlamlı bir yerde duruyor; “Olumsuz olan ben değilim sensin, televizyon haberlerini izleyen, fabrika üretimi etleri yiyen, pille geliştirilmiş yumurtaları tavaya kıran, bitmez tükenmez plastik atıkları kırsal alanlarda kazılmış çukurlara gönderen sensin, bütün o çöpler nereye gidiyor sanıyorsun.” Dünyanın ve insan türünün geldiği noktada Winterson’un cevabı kuşkusuz derin bir haklılık içeriyor. Olumsuz olan bir şeyleri değiştirmek için biraz çaba bekleyen insanlardan, yazar. Bu nedenle belki de hayallerle bir dünya kuruyor yazma deneyiminde. Çünkü zaten ona göre en büyük yalanlardan birisi; “gerçek doğrudur.” Gerçek doğru değildir çünkü görünen ve doğru kabul edilen gerçekler bize gösterilmeyen, Winterson’un annesine cevabında gizlidir hem de ne masal ne de hayaldir bu cevapta anlatılan.
“Vişnenin Cinsiyeti” kitabının kahramanı ya da yazarın yapmaya çalıştığı belki birçoğumuzun hayalini temsil ediyor. Dünya bankası toplantısını basıp; barajlar yapmayı, yağmur ormanlarını kesmeyi düşünen, kocaman Coca-Cola fabrikaları nasıl finanse edilebilir, kauçuk potansiyeli nasıl sömürülebilir diye konuşan Gucci takımlıları, bir torbaya doldurmak, kitabın kahramanının gerçekleştirdiği hayallerden. Ayrıca, Pentagon’un azami güvenlikli kapılarını aşıp, savunmadan, barıştan, nükleer tehdidine karşı yeni silahlar ısmarlamaktan söz edenlere, savunma bütçesiyle yoksulluğu nasıl sona “erdirebilirizi” anlatmaya çağırıyor yazar. Erkeklere zorunlu feminizm ve ekoloji eğitimi önerirken, yiyecek fazlasını upuzun bir insan zinciriyle işbirliği içinde elden ele dağıtabilmenin ihtimalinden söz ediyor. Eskiden güç elde etmek için var olan insan zinciri böylece dünyayı değiştiriyor ve değişimden sonraki yedinci gün bir şarap gölünün kıyısında parti veriliyor. Böylesine güzel hayalleri olan bir yazara, Winterson’a katılmamak elde değil en azından ben kendi adıma hayalleri hayalimiz olsun diyebiliyorum.
Emek Erez – edebiyathaber.net (26 Şubat 2015)