Sevgili İskender
Waliz Bir elimde, günlerdir bir oradayım bir burada. Her kitabında olduğu gibi Waliz Bir’de de farklı bir dünyaya götürüyorsun okurunu; günlük hay huyun uzağına geçmeyi başardığımda baş başa kalıyoruz Waliz’le.
“Anadili doğa olanın anlaşamayacağı şey yok.”
Bazen evdeyim, bir sayfa okuyorum, camdan görünen bahçeye, gökyüzüne, kedilere, kuşlara bakıp öylece kalıyorum, bazen saatlerce. Bahçe, gökyüzü, kediler ve kuşlar da öylece kalıyorlar benimle. Bazen deniz kenarında, birkaç cümle bile yoğun geliyor, o zaman da uzun uzun denize bakıyorum. Deniz, bulutlar, karşıdaki ada, önümden geçit yapan sahilin bütün köpekleri, onlar da öylece kalıyorlar cümlelerin arasında… Zaman duruyor o süreçte…
“Evet, doğada bir canlı bir diğer canlıyı öldürüyor.
Ama, doğada bir canlı bir diğer canlıya bir başka canlıyı öldürtmüyor. Mesele bu kadar basit.”
İnsanlardan daha çok doğanın, bir bütün olarak evrenin seni daha çok anladığını düşünüyorum…
“Yalnızlık, sessizlikten değil boşluktan oluşuyor.”
Bir boşluğun zor ve acılı olduğu kadar ne kadar yoğun ve ne kadar zengin olabileceğini anlamaya çalışıyorum. Peki ya sen İskender, bir boşluğun kim bilir kaç boşluğa dokunup yok edebileceğini, biliyor musun? Biliyorsun…
“Yazmaya mecburum. Sabaha karşı yazmaya hep mecburum – beni anlayacak o tek kişi bir gün buluşmaya gelecek yazdıklarımla. Yüz yıl sonra. Ona yalnız olmadığını kanıtlamak, ailesini tanıtmak için yazmaya mecburum.”
Seni ne kadar anladığımı bilmiyorum. Yalnız olmadığımı biliyorum. Çok kalabalık bir ailede olduğumu da…
Ne zamandır aklımdan çıkmıyorsun… Düşünürken soruyorum öyle kendi kendime; seni birine anlatmak istesem, küçük İskender anlatılabilir mi? Sukulentler takılıyor gözüme, biri çiçek açmış, sukulentlerin çiçek açması anlatılabilir mi? Bahçedeki benjamin her gün yeni yapraklar açıyor, benjaminin yeni tomurcukları anlatılabilir mi? Akşam güneşinin vurduğu sahilde sahilin bütün köpekleri huzurlu uykulara dalmışlar, o huzur anlatılabilir mi? Aşk anlatılabilir mi? Öyle işte…
“Bu ülke kötülerin.
Bu ülke birilerine sürekli haddini bildirme merkezi.
Hayallerim oldukça bahtiyarım.
Onlar son nefesimi alana kadar nefessiz kalmak nedir, onu yazacağım.”
Senden rahatsız olan insanlar varmış, okuyorum hayretle, Waliz’i karıştırırken ara sıra çıkıyorlar karşıma; Cağaloğlu’nda bir lise, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan bazı yetkililer, edebiyat dünyasının otoriteleri, ‘şiir artık kitlesel değil’ diye ahkam kesenler (zaten her konuda ahkam kesenler), vs. vs. Söylediklerini hazmedemeyenler ordusu… Yaşamı hazmedemeyenler! İnsan işte! Onlara dair yaşadıklarını okurken sosyal medyanın gündemine devletten on bir bin küsur maaş alan yazarlar, şarkıcı, oyuncular düşüyor… Cidden düşüyorlar yani… Haberin yanında gülümseyen fotoğrafları görünüyor bazılarının. O fotoğraflara bakamıyorum. Neden utanıyorum bilmiyorum, ama utanıyorum işte…
“Yazarlar/şairler yaşamış, yaşıyor, yaşayacak tüm insanlarla aynı evde büyümenin kabulüyle hareket edebiliyorlarsa ‘işe yararlar’”.
Ne zamandır acil durumlar için yedek küçük İskender kitapları bulunduruyorum evimde. Ne olur ne olmaz her an kriz çıkabilir ülkede. Eve gelen konuklarla ilk kadehi hep senin için kaldırıyoruz, sonra masaya da vuruyoruz kadehi… Konuklar giderken yedek olarak sakladığım kitaplarını armağan ediyorum. Her evde en az bir doz küçük İskender bulunmalı diyorum onlara. Başka türlü kurtuluşu yok bu ülkenin…
Waliz Bir bitti sanıyorum son cümleyi okuyup kapağı kapattığımda. Bitmemiş. Kafamın içinde cümlelerin, hiç durmuyorlar… Hiç bitmesin istiyorum zaten…
“Waliz taşıyan herkes ötekidir.”
Kafam bi dolu, bir elim kedimi okşarken, İkinci Waliz’e uzanıyor diğer elim…
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (6 Kasım 2018)