Beat Kuşağı’nın kült yazarı William Seward Burroughs’un Sel Yayıncılık tarafından yayımlanan “Yumuşak Makine” adlı kitabı hakkında “toplumun ahlâk yapısına uymadığı” gerekçesiyle Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nun raporu üzerine dava açıldı. Dördüncü duruşma, kitabı inceletecek bilirkişi bulunamadığı için 13 Mart gününe ertelendi.
Ben de bir Burroughs çevirmeniyim. Beat Kuşağı’nı üniversite yıllarımda keşfettim ve beat yazarları bana bambaşka bir dünyanın kapısını açtılar. Bu öyle bir dünyaydı ki, daha iyi öğrenebilmek için onların okudukları üniversitelere, yaşadıkları şehirlere, ülkelere, gittikleri kafelere ve otellere sürüklendim. Onların bastıkları yerlere ayak basarken dönemlerinin en zeki insanlarının engin hayal girdaplarının derinliklerinde dolandım durdum.
Beat Kuşağı 2.Dünya Savaşı’ndan sonra New York’ta oluştu. Amerika’nın en prestijli üniversitelerinden biri olan Columbia Üniversitesi öğrencileri Jack Kerouac, Allen Ginsberg, Lucien Carr ve birkaç kişi daha bir araya geldiler. Bunlar akademik dünya karşıtı, aykırı, hocalarını sorgulayan dinamik bir gruptu. William Burroughs, Neal Cassady, Peter Orlovsky, Lawrence Ferlinghetti daha sonra gruba katıldı. Beat Kuşağı Burroughs’un “Çıplak Şölen”, Jack Kerouac’ın “Yolda”, Ginsberg’in “Uluma” kitaplarıyla 1950’lerin New York popüler kültürüne damgasını vurdu. Ferlinghetti’nin San Francisco’da açtığı ünlü yayınevi ve kitapçı “City Lights” ile Amerika’nın batı yakasına geçip San Francisco Rönesansı akımının elemanlarıyla ahbap oldular, Brion Gysin ile Fas’a kadar dalgalandılar, kanundan kaçıp Meksika’da yıllar geçirdiler.
Anti-materyalist, hedonist ve aykırıydılar. Doğu inançlarına yakın durdular. Yasadışı işlere karışıp, hırsızlık yaptılar, uyuşturucu kullandılar. Hemen hepsi ya homoseksüel ya da biseksüeldi. Yani yaşadığımız dünyanın asla onaylanmayacak karakterleriydiler. Bu dışlanmış ve kaybetmiş halleri onların yazdıklarını gölgelemedi. Kimi son derece sert olan hayat tecrübelerini son derece romantik bir dille aktardılar. Çok şey öğrendim onlardan. Yalnızca Amerikan entellektüel ortamını değil, İngiliz edebiyatını, Fransız entellektüel ortamını, Amerika’da marjinal bir bakışla neler olduğunu ve William Blake’i onlar aracılığıyla çok daha iyi anladım. Etkiledikleri ve bazılarıyla ortak çalışmalara imza attıkları Beatles (isimleri Beat kelimesinden türetilmiştir), Bob Dylan, Jim Morrison, Doors, Lou Reed, Soft Machine (isimlerini toplatılan Yumuşak Makina kitabından almış İngiliz progresif rock grubu), Patti Smith, Tom Waits, King Crimson, Kurt Cobain, R.E.M., U2 ve daha pek çok müzik grubu ve müzisyeni onların eşliğinde dinledim.
Burroughs “cut up” (kes-yapıştır), Kerouac “spontaneous prose” (zihin akışı) tekniklerini edebiyata kazandırdı. Bu yazım teknikleri onların ardından pek çok yazar tarafından kullanıldı.
Burroughs grubun en uzun yaşayanlarından biri olarak daha sonraları “Priest” (Papaz) lakabıyla anıldı. Çünkü artık akil bir adam olmuştu. Beatlerin birkaçıyla Londra’da Tate Gallery’de William Blake’le ilgili bir çalıştayda karşılaşıp tanışacak kadar şanslıydım. Micheal Horowitz, Adrean Mitchell ve birkaç şair daha. Sonunda hepsi birer akil adam olmuştu.
Şöyle bakıyorum da, Burroughs’un yazdıklarını okumak kimseyi ahlâksız yapmıyor. Aslında insanlar okudukları hiçbir şeyi birebir taklit edip, yaşamlarına uyarlamıyorlar. Yoksa polisiye romanlarla dedektif, gangster kitaplarıyla katil ve soyguncu, vampir kitaplarıyla kan emici olurduk.
Yeraltı edebiyatının kendine özgü bir dili vardır ve kimi zaman yasadışı hatlarda dolaşabilir. Daima marjinaldir. Ancak şunu unutmamak gerekir: Toplumsal evrimin ana itkisi marjinal akımlardır. Toplum hiçbir zaman marjinal akımın kendisi olmaz. Marjinal akımlar daima sınırları zorladığı için toplumların yaratıcılığına katkı sağlar, bireyleri yeni şeyler düşünmeye sevk eder. Bu nedenle, Burroughs’un, Kerouac’ın kitapları okunmalıdır. Enerjimizi ve zamanımızı bilirkişi aramak yerine yeni kitaplar çevirmeye ve yayımlamaya harcamalıyız.
Yazımı Burroughs’un Şans Hayaleti kitabında bir büyücüye söylettiğini aktararak bitirmek istiyorum: “Hiç düşmanım yok, bütün düşmanlarımı dosta dönüştürdüm.” O karşılaştığım en öldürücü büyücüydü.
Tüm düşmanlarınız ya da düşman sandıklarınız dost olsun…
Nehir Güleren
Kaynak: www.oncevatan.com.tr (08 Şubat 2012)