“Sarmaşık kendi kendine daha iyi büyür, ıssız ve
sanatsız kuytuluklarda kocayemiş daha gür biter,
kuşlar daha bir ezgili öterler.” Provence
Yüzümüzü doğaya dönünce, orada saklı duranların albenili görünüşü hemence cezbeder bizi.
Saflık, bozulmamışlık her zaman insanın çekim odağındadır.
İçinde yaşarken fark edemediklerimizi, uzaklaşınca ya da saflığın bozulmaya/tehdit edilmeye başlandığında yitirdiğimizin ne olduğunu anlamaya yöneliriz.
Algımız bulunduğumuz yerde, bakışımız yaşadıklarımızın yansımasındadır. Adlandırmalar, kavrama bilincimiz de öyledir.
Montaigne’in şu düşüncelerine dönünce, “yaban iyidir” dedim içimden:
“Herkes kendi geleneklerine aykırı olan şeyi barbarlık olarak görüyor. Gerçekten de, içinde yaşadığımız ülkenin görüşlerinden ve geleneklerinden başka gerçek ve akıl ölçütü yok elimizde. Orada din mükemmel, uygarlık mükemmel, her türlü gelenek ve görenek kusursuzdur her zaman. Onlar, doğanın kendi kendine ve olağan gelişimiyle ürettiği meyvelere yaban dediğimiz gibi yabanlar. Oysa aslında yapaylığımızla bozduğumuz ve olağan gelişiminden saptırdığımız şeylere yaban demeliydik. Canlı, sağlıklı, gerçek, hem en yararlı hem en doğal bütün özellikler, nitelikler onlarda var: yoz beğenimizin keyfine uydurarak onları biz piçleştirdik. Yine de o bölgelerin özel olarak yetiştirilmemiş ürünleri tat ve lezzet bakımından damak zevkimize uymuyor, ama bu şeref payesinin büyük ve güçlü doğa anaya değil de sanata gitmesi için bir gerekçe değildir. Güzellikleri ve zenginlikleri bu uydurduklarımızla öylesine doldurduk ki altında boğuldular. Yine de saflığın ışıldadığı her yerde, boş ve şımarık girişimlerimizi muhteşem bir biçimde mahcup ediyor.”
Yabanılı “ilkel” olarak görmemeli. Bozulmamışlık, kendi halinde, doğallığında olmak…
Buna uzanan elin barbarlığı yabanılı bozar, başkalaştırır. Kusurlaştırır, eksiltir, sakat bırakır…
***
Bunca kirlenme, yozlaşma, çürüme karşısında suspus olan bir güruha dönüşüyorsak günbegün… Ve aynılaşıyorsak her geçen gün…
Bazen, sözün/yazının da yorulduğunu düşünürüm sevgili okurum.
***
Mayıs 2009 tarihli yazı defterimi açtım, yukarıdaki düşüncelerim/notlarım çıktı karşıma.
Aradan geçen sürede daha da kötücül zamanların bizleri kuşattığını yadsıyabilir miyiz?!
Küresel kuşatmanın hayatımızın birçok alanını nasıl tarumar ettiğini, içini boşalttığını görmezden gelebilir miyiz peki?
Naomi Watts ve Sean Penn’ın başrolünü oynadıkları “Adil Oyun” filmini izlerken daha dün; bizde yaşananları görmezden gelen sinemacıları, kötürüm bir dille kendi kuyularında debelenen romancıları düşündüm bir de sevgili okurum…
edebiyathaber.net (9 Ağustos 2022)