“Yazmak, en iyi haliyle, yalnız bir yaşamdır.”
“Kişi yazmak için asla yeterince yalnız olamaz,” demiştir Susan Sontag. Şu bir gerçek ki yalnız kalmak çoğu büyük yazarın günlük rutinlerinin vazgeçilmezini oluşturur – öyle ki, yazarlık lanetinin tarifsiz mücadelelerinden biri belki de, bir yandan yalnız kalmanın çekiciliğine teslim olurken diğer yandan kimsesizliğin pençesine düşmekten kaçınmaktır.
Ekim 1954’te, Ernest Hemingway Edebiyat alanında Nobel Ödülü’ne layık görüldü. Fakat her yazarın hayalini süsleyen bu başarının keyfini çıkardığı söylenemez: Öncelikle, basına Carl Sandburg, Isak Dinesen ve Bernard Berenson’un bu onuru kendinden daha fazla hakettiğini söyledi, yine de para ödülünü almak işine geliyordu; sonra, üst üste geçirdiği iki uçak kazasından sağ çıkmayı başarmış ve nekahet dönemine girmişti, sıkıntıdaydı, tüm bunlar İsveç’e bir seyahat yapma fikrini rafa kaldırmasında etkili oldu. 10 Aralık 1954’te Stockholm-City Hall’de verilen Nobel Resmi Yemek davetine katılmama kararı ile birlikte Hemingway o dönemde İsveç’te Amerikan Büyükelçiliği yapan John C. Cabot ile iletişime geçip ondan Nobel kabul konuşmasını okumasını istedi.
1972 tarihli ‘Hemingway: The Writer as Artist’ adlı biyografide de yer alan Nobel kabul metnini aşağıda bulabilirsiniz:
“Konuşma yapmak gibi bir hünerim yok ve ne kuvvetli bir hitabet yeteneğine sahibim ne de retoriğe hükmüm geçiyor, yine de verilen bu ödül ve cömertlik için yöneticilere, Alfred Nobel’e teşekkür etmek istiyorum.
Bu ödülü almamış büyük yazarların olduğunu bilen bir yazar, ödülünü alçakgünüllülükten başka hiçbir şekilde kabul edemez. O yazarların listesini yapmaya gerek yok. Sanırım buradaki herkes kendi kanaati ve vicdanı doğrultusunda bir liste oluşturabilir.
Büyükelçiden, bir yazar olarak yürekten geçenleri aktaran bir konuşma okumasını istemem imkânsızdı. Bir adamın yazdıklarının içeriğinin hemen farkedilmesi mümkün olmayabilir, ki bu bazen işe de gelir; ama sonuçta yazı oldukça açıktır, ve kişi yazdıkları ve sahip olduğu bir derece simya sayesinde var olabilir veya unutulur.
Yazmak, en iyi haliyle, yalnız bir yaşamdır. Yazarlar için yapılan organizasyonlar onun yalnız olma durumunu hafifletiyor, fakat sanmıyorum ki yazma yetisini geliştirsin. Yalnızlığını dağıtınca yazar genel itibarını arttırsa da çoğu zaman işini bozuyor.
Çalışmasını yalnız yaptıkça ve eğer ki yeteri kadar iyi bir yazarsa her gün ebediyetle, ya da onun yokluğuyla, yüzleşmek zorunda.
Hakiki bir yazar için her kitap yeni bir başlangıç, erişebileceğinin ötesini hedeflediği yeni bir denemedir. O, daima daha önce yapılmamış ya da denenip başarılamamış işlere girişmelidir.
Sonra belki, şansı da yaver giderse, başarılı olacaktır.
Daha önce iyi yazılmış metinleri başka türlü yazmak tek yeterlilik olsaydı edebi eser vermek ne kadar da kolay olurdu. Öyle mükemmel yazarlar var ki geçmişte, bir yazarın uzanabileceği uçları çoktan geçmiş bulunmaktalar, kimsenin erişemeyeceği noktalarda dolaşıyorlar.
Bir yazar için fazla uzun konuştum. Yazarın işi söylemek istediklerini yazmaktır, konuşmak değil. Tekrar teşekkür ediyorum.”
Kaynak: Brainpickings
Çeviren: Ali Fuat Kısakürek – edebiyathaber.net (31 Mart 2014)