Mumsema Han, geçtiğimiz Haziran ayında Sel Yayıncılık tarafından yayımlandı. Hakan Karakaşoğlu’nun ilk romanı olan Mumsema Han’da, sıradan bir hayatın içinde, sıradanmış gibi görünen Adem’in hikayesi anlatılıyor. Geçirdiği kaza sonucunda tat ve koku alma duyularını yitirmiş olan başkarakter Adem, yalnızlığıyla baş etmeye çalışırken, hayatı derinlemesine sorgularken, deliliğin sınırında yarattığı dünyasında umudunu kaybetmeden yaşamaya çalışıyor. Vurucu bir sonla okurlarını şaşırtmayı başaran yazar, Adem’in hayatının yalnızca on iki günlük kesitini yansıtarak, yaşamak için kendisine bir amaç arayan bu adamın iç dünyasını ele alıyor.
Yazar, takıntılarına göre hayatını şekillendiren, değişim isteyen, yaşadığı hayatı hak etmediğini düşünen, bir gün kendisine kötülük yapan herkesten intikamını alacağına inanan, sorgusuz âşık olup aşkıyla dünyasını değiştirebileceğinden şüphesi olmayan, biraz hayalperest ama saf umut dolu Adem’i kaleme alırken, okuyucuyu, O’nun duygularıyla, içindeki iyi ve kötü tarafıyla, hayatını bambaşka yerlere taşıyacak olan tat ve koku almayan özrüyle tanıştırıyor. Aynı zamanda okuyucu, sıkıştığı kabından taşmak, zincirlerini kırmak isteyen Adem’in değişim arzusuna, dar çevresinde yer alan sade insanlarla olan ilişkilerindeki çelişkilerine, bu hayattan gerçekten ne istiyorum, sorusunu sorgularken gelip giden cesaretine tanık oluyor.
İstanbul’da tarihi bir han olan Mumsema Han’ında bir kumaş toptancısında çalışan, sabah uyanıp işine giden, akşamları Tophane’deki evine dönen Adem’in ilk bakışta herkes gibi görünen bir hayatı var. Fakat Adem umut dolu, hak ettiği hayatın bu olmadığına inandığından, kendisine hedefler koyuyor ve bu hedeflere ulaşabilmek için attığı yanlış ya da doğru her adımın gerekliliğine inanıyor. Elbette ki bunlar, onun umutlarını besleyen, geleceğe dair kurduğu hayalleri amaca dönüştüren, romanın kurgusunu da daha çekici hale getiren bir aşk hikâyesi işlenerek aktarılıyor. Okuyucu, bu aşkın belki de bir çeşit saplantıya dönüşmesiyle, Adem’in yalnızlığının ne denli benliğini etkilediğini, bu yalnızlıktan ve yalnızlığın getirdiği sıradanlıktan kurtulma çabası sonucunda geldiği noktayla ve en sonunda da delilikle imtihanını keşfediyor.
İlk bakışta başkarakter olarak yalnızca Adem yer alıyormuş gibi görünse de, aslında gizli bir başkarakter daha mevcut olduğu gözlerden kaçmıyor. Adem’in acı veren yalnızlığını paylaştığı, en gizli sırlarını verdiği, düşüncelerini önemsediği, kimi zaman tartıştığı ama iş çıkışlarında ona uğramadan evine gidemeyecek kadar düşkün olduğu Erhan karakterinin kurguya katkısı yadsınamayacak derecede büyük. Öyle ki, Erhan’ın varlığının, Adem’in yokluğu ya da Adem’in varlığının Erhan’ın yokluğu ile ilişkilendirilebilecek olması, okuyucuyu Adem’in hikayesindeki Erhan’ın yerini sorgulamaya itiyor.
Kurguda Adem’in saptığı yanlış yollar, okuyucuyu bir insanın kendi umutları, hayalleri, gelecek planları uğruna başkalarının canını yakmanın nereye kadar mübah kabul edilebileceğini düşündürüyor. Başkarakterin pişman olup olmayacağı kafalarda hep bir soru işareti olarak devam ederken, Adem’in gerçekliğinin anlaşılmasıyla, okuyucuyu, bu pişmanlık beklentisinin yerini bir çeşit acıma hali alabilecek bir son bekliyor. Bu da kurgunun birden nasıl yön değiştirdiğini, şaşırtıcı olma niteliğini gözler önüne seriyor.
Yalnızca on iki günden yola çıkılarak başkarakterin neredeyse tüm hayatının, daha önemlisi hayatıyla birlikte benliğinin aktarılmış olması, kısa görünen kurguya uzun soluklu bir heyecan katıyor. Sanki başkarakter Adem’in kendi günlüğünü yazıyormuşçasına Pazartesi günüyle başlayan kurgu, tam on iki gün sonra Cuma günü sona eriyor ve bu son okuyucunun başta sıradan hayatın içinde hiç de dikkat çekici olabileceğini düşünmediği başkarakterin çoğu zaman kısıtlanmış, kimi zaman cesaretle süslenmiş, kendisinin varlığını kanıtlamaya çalışan bir bireyin, toplumsal kuralları dışlayarak kendi kurallarına göre yarattığı dünyasını anlatıyor.
Yazar kurgu boyunca ‘ben’ dilini kullanıyor. Bu da, okuyucunun her bir günü Adem ile birlikte an be an yaşamasına olanak sağlıyor. Roman akışı sırasında okuyucuyu yavaşlatacak karmaşıklıklar yer almadığı gibi yazar tarafından oldukça sade bir dil kullanılıyor. Mumsema Han, Adem’in başından geçenlerin genellikle şimdiki zaman dili kullanılarak anlatılmasıyla macera romanı sıfatını kazanıyor. Bununla birlikte, Adem’in iç dünyasındakilerin, duygularının dış dünyadaki görünümünün ve kafasında yer alan düşüncelerinin irdelenmesi nedeniyle, psikolojik bir roman olma özelliğini de taşıyor.
Son olarak, çarşıda, pazarda, bir dükkana girdiğinizde bir şey satın alırken “öylesine yaşıyor işte,” diye düşündüğümüz karakterlerden biri gibi görünen Adem, bu duruma kendi içinde baş kaldırıyor, içinde dönüp duran sorularına cevaplar bulabilmek için cesaretini toplayıp hayatını kendi istediği tarafa çekmeye çalışıyor, umudunu kaybetmiyor. Yazarın deyimiyle, “Değişik bir adam Adem, deli desen deli değil, akıllı desen hiç değil. Değişik biri Adem, şükür ki, insana umut denilen nanenin her yerde olduğunu hatırlatıyor.”
Gamze Erkmen – edebiyathaber.net (3 Eylül 2015)