“İnsan yaşamı, karanlıklardan çıkarak bir süre bir mum ışığı çevresinde toplandıktan sonra, herkesin kendi karanlıklarına dönüp yok olmasından ibarettir.”
Kenzaburo Oe kendi yaşantısından beslenerek hikâyeler kurgulayan bir yazar. Oğluyla olan ilişkisinin izleri birçok yapıtında bariz şekilde görülebilir. Fakat ben bunlardan bahsetmeyeceğim, “Kurbanı Beslemek” kitabında yer alan Delilikten Kurtar Bizi adlı öyküsünde beni özellikle ilgilendiren kısım: Yalnızlık. Öykünün kahramanının (yapıtta da geçtiği biçimiyle Şişko) oğluyla ilgili saplantılı bir hayatı vardır. Şişko bir gün oğluyla birlikte ziyaret ettiği hayvanat bahçesinde bazı adamlar tarafından içinde bir beyaz ayının debelene debelene yıkandığı pis su dolu havuza az kalsın atılıyordu. Kahramanımız ya da yapıtta geçtiği şekliyle Şişko, bu sayede o zamana kadar baskısı altında kaldığı saplantısından bir anda, adeta mucizevi bir biçimde kurtuluyor (mucize kelimesi bana ait, burada psikiyatrlar mucizeden öte eminim ki çok daha bilimsel açıklamalarda bulunabileceklerdir).
Ancak kahramanımız bu saplantısından kurtulur kurtulmaz dayanılmaz bir yalnızlık duygusuna kapılır: Saplantının verdiği tutsaklıktan azat olup özgürlüğün sağladığı yalnızlık duygusuna bir tür esir olma hali…
Delirme, zihnin bedeni yok etmemesi için bir tür bariyer ya da engel değilse nedir o halde?
Elbette ki bu sorunun beni ilgilendiren kısmı edebiyatla olan temasında.
Oe’nin öyküsündeki yalnızlık ruh haline dönersek yine, dünyada ya da evrende yalnız, yapayalnız olma duygusunun verdiği hissi bir kez daha düşünelim: Dehşet. Buna bakarak mitolojilerin ya da dinlerin ölümden sonraki dünyayla ilgili kurguların hangi ihtiyaçtan veya ne amaçla ortaya çıktığını da gözlerimizi kapayıp kulaklarımızı tıkamazsak şayet bariz bir biçimde anlayabiliriz. Oe’nin kahramanı bu korkunç yalnızlık duygusundan kurtulmak için biran önce başka saplantılar edinir, ya da edinmeye ihtiyaç duyar. Babasının herkes tarafından bilindiği şekliyle “delirme durumuyla” ilgilenmeye başlar. Annesini babasının biyografisini yazmakla tehdit eder. Amaç: Delirme kalıtımsal mıdır, değil midir? En azından Şişko kendiyle ya da zihinsel özürlü oğluyla delirmenin ya da yalnızlık duygusunun (Şişko yalnızlık kavramının bilinçli olarak farkında değil, bunun üstünde düşünmüyor, o sadece tutunacak bir dal arıyor) bir bağlantısı var mıdır ya da yok mudur öğrenmeye çalışır.
Oe’nin bu talihsiz kahramanı neden aile kütüğüyle ilgili “delirme” gibi aile için son derece hassas olan şeylerin peşine düştü? Onun acilen bir saplantı edinmeye ihtiyaç duyduğunu biliyoruz, ama ben başka bir şeyden bahsediyorum. Babası yirmi yıl boyunca neden bir odaya kendini kapatıp yalnız yaşamayı seçti? Babası bir yapayalnız mıydı, yoksa bir deliren mi? Yalnızlığı seçmiş bile olsa bu durumun toplumdaki adı delirme değil miydi?
Delirme değilse eğer babasının ölümü nasıl olmuştu, kendini asmış mıydı, kafasına mı sıkmıştı, yoksa harakiri mi yapmıştı, bunları bilmesi Şişko için hayati önemdeydi artık.
Şişko’nun en yakınındaki saplantıya tutunduğuna hiç şüphe yok.
Tekrar ediyorum, korkunç derecede yalnızlık çeken bir zihin, beden için en büyük tehlike değil midir?
Fırtınalı bir gecede babası oğluna, kahramanımıza, yani Şişko’ya dediği, yukarıda da alıntıladığım şu alıntıda gizlidir belki de aradığımız yanıt: “İnsan yaşamı, karanlıklardan çıkarak bir süre bir mum ışığı çevresinde toplandıktan sonra, herkesin kendi karanlıklarına dönüp yok olmasından ibarettir.” Ya da belki de bu sözdedir: Yalnızlık dehşettir, delirme bazen en yakın kurtarıcıdır.
Sedat Sezgin – edebiyathaber.net (19 Eylül 2019)