Fotoğraf sararmış mı yoksa böyle mi çekilmiş ayırt etmek zor. Kenarını yaladıktan sonra kırıyorum sigarayı. Arap çarşafına döküyorum tütünü. Zaten az kalmış otu ikiye bölüp yarısını ufalıyorum ağır ağır tütünün üzerine. Sigaranın paketinden öylesine yırtıp yuvarlıyorum. Cigarayı parmaklarımda yuvarlaya yuvarlaya sarıp son bir kez yalıyorum çarşafı. İyice yerleşsin diye vuruyorum üzerinde sabahtan kalma ekmek kırıntıları olan masaya. Burun deliklerime tutup kokluyorum cigarayı. Fotoğrafı elime alıyorum, ayırt etmek zor. Sararmış gibi, böyle çekilmiş gibi. Cigara ağzımda, çakmaktan elimi kaçırmadan çekiyorum içime birkaç kez dumanı. Görünmez oluyor fotoğraf. Gırtlağım yanıyor, gırtlağımın yanmasını durdurmak için neden gözlerimi kapattığımı bilmiyorum.
Hatırlıyor musun robot desenli mavi patiska nevresimi? Oturma odasındaki kanepede beraber uyurduk hani. Başka oda mı vardı? Ben neden ablaydım, ilktim; sen neden topuklarına vura vura peşimden geldin öylece çabuk? Ben de çocuktum be, bir yaş vardı aramızda. Hatırladın değil mi o nevresimi? Televizyon açık, bizi zorla uyutmaya çalıştıklarını annemlerin. Hani o nevresimin altında, televizyonu görebileceğimiz bir aralık yapıp Hisseli Harikalar Kumpanyası’nı izlediğimizi… Şimdi burada olsa annem, neden hiç kapatmadınız o televizyonu diye sorardım, mesela. Sahi annemle beraber misiniz? Seni daha çok severdi annem. İlginç, bu beni hiç üzmedi. Ben de seni daha çok severdim belki de ondan. Bana sormadılar. Benden abla olmaz derdim sorsalardı. Allah mesela, varsa… Sorularım var gene. Ne bileyim evren, enerji, gelmiş geçmiş tüm tanrılar… Öylece sana sormadan atıveriyorlar dünyaya. Hadi Tanrı sormadı, acımadı; anam, babam da acımamış. Seni daha çok severlerdi sanki. Azıcık büyüseymişim. Annem yanında mı? Neden beklemediniz diye sormak istiyorum çünkü ona.
O delikten televizyon izlediğimizi ne zaman fark etse bir tek bana kızardı annem. Öfkelenirdim ama sana kızmadığı için de sevinirdim. Ya da şimdi öyle geliyor. Fotoğraf sararmış sanki. Sen de en az onlar kadar bencil çıktın ama! Benden sonra geldin, benden önce gittin, bir kere abla saymadın beni! Cigara sarmıyorum artık pek, bazen işte. Bu fotoğrafı, seni özlediğim vakitler. Gırtlağım yanınca gözlerimi kapatıyorum, bok var. Annem de orada mı ulan? Gene mi sattınız beni ikiniz? Mavi robotlu patiska nevresimi hatırladın mı? Bir büsbütün çocukluk tek bir nevresimle geçmişti hani? Rengi gök mavisinden beyaza döndü yıl yıl kumaşın, eridi bazı yerleri hatta yıkanmaktan. Bazı robotlarda yama vardı lan.
Fotoğrafın arkası bembeyaz, baktım şimdi. Öyle çekilmiş sanırım, sararmamış sanki. Dokuz, on aylık var yoksun bu fotoğrafta. İnsan çocuğunu televizyon açık odada, yüz vat lambanın altında uyutup sabah okula yollar mı be? Oda yoktu başka gerçi. Kardeş iyidir diyorlar, bok iyidir! Sadece bir yıl önce geldim senden dünyaya diye sen geberip gidene kadar tüm sıkıntıyı ben çektim. Abla saysaydın beni sıranı beklerdin! Annem de hep seni tuttu. Yine beni düşünmeden bastı gitti arkandan. Sahi yanında mı o da? Otuz dört yıl olmuş, fotoğraf sararmış bence.
Robot desenli mavi nevresimin altında bir aralık açardım sana bazen. Sen Hisseli Harikalar Kumpanyası’nı izlerdin, ben de kendime açtığım başka bir aralıktan babamın sunta kitaplığındaki kitapların isimlerinde gezdirirdim gözlerimi. Alışkanlık, başka bir şey değil. Annem nefret etti o kitaplardan. Genel Kültür Ansiklopedisi; Dol Karabakır Dol; K. Marx, F. Engels, Din Üzerine; Cemil Meriç, Mağaradakiler; Meydan Larousse; Ümit Yaşar Oğuzcan, Tüm Şiirleri; Platon, Devlet. Solcu çocuğa aşık olduğumda koşup yapışmıştım Karl Marx’a. Sen de sevmedin kitapları, solcu çocuğu da sevmedin biliyorum.
Sana sarılıp uyuduğum geceleri nasıl unutacağım? Uyku tutmuyor kolay kolay artık, kalkıyorum yataktan. Fotoğrafı çıkarıyorum defterin arasından. Hemen her gece. İçmiyorum, sadece fotoğrafa bakarken. Seni özlediğimde. Allah’ın cezası fotoğraf mı sararmış yoksa böyle mi… O nevresimin altında ne zaman o yüzü sararmış yastıklarda beraber uzansak sen uykuya daldıktan sonra senin yokluğunu düşünür, yasını tutardım. Düşündüğüm gibi olmadı. Yoksun. Yas tutmadım. Tökezlemedim bile. Sadece yoksun, özlüyorum, o kadar. Özleyince fotoğrafına bakıyorum. Toprağın altında kurtlar, türlü türlü böcekler yerken etlerini canın acıyor mu; o bilmediğim sessizlikte kurtçukların, bedeninin çürümeye yüz tutmuş etlerini dişlediklerini hissediyor musun merak ediyorum mesela. Bazen soğan kavururken geliyor aklıma tüm bunlar, bazen her şeyini yok ettiğimden eminken olmadık yerden bir eşyan elime geçtiğinde.
Düşünmekten vazgeçmedim hala kızma, ablayım ben; düşündüklerim değişiyor sadece. Artık annemin seni daha çok sevdiğini düşünmüyorum da kurtçukları, toprağın kokusunu düşünüyorum. Varlığın gibi yokluğun da huzur vermiyor. Küçükken burnundaki sümüğü fark ettiğimde nasıl görmezden gelip senin fark etmeni bekliyorsam tiksintimi ağzımda çevirip çevirip yutmayıp ilk fırsatta nasıl tükürüp atıyorsam yokluğunun da sevmediğim her şeyini bir bir görmezden geliyorum. Tek başımayım diye seviniyorum hatta. Annemin yaptığı çok sevdiğin kırk yama battaniyenin altında yalnız film izlerken artık yan koltukta oturmadığını unutuyorum bazen. Acım taze. Filmin bir sahnesinde gülümseyerek sana bir şeyler söylemek için dönüyorum sık sık koltuğa. Çocukken nevresimin altında yaptığımız gibi. Hatta kimi zaman cümleye başlamış oluyorum; eğer izin versem ağdalı, zavallı bir küfre dönüşebilecek tarifi zor bir öfke ya da belki isyan, yağlanmış, kadife koltuğun gölgelerinde gezinecek oluyor. Küçükken, olan paramla bakkal Hüseyin abiden bir külah çekirdek istediğimde Hüseyin abinin gazete kâğıdını bir huniye çevirmesini beklerdim. İlla arkasını dönerdi. Beklerken, Hüseyin abi her an bana dönecekmiş gibi tetikte bekler, yüzümdeki o korkusuz bakışı bir an bile devirmeden sakız çalardım. Aynı duygu bu biliyorum. Eski bir defter arasına sakladığım unutulmuş, incelmiş, sahteleşmiş, kuru bir çiçek gibi; çiçeğin yanındaki fotoğrafın gibi aniden düşüveriyor yere, tam koltuğun önüne. İşte o, gurur verici özgürlük hissi beliriyor yarım kalan cümlede. Gözlerimi beni avlamak isteyen koltuktan kaçırmıyorum. Koltuk yamalı robot desenleriyle dolu ağarmış bir nevresimle kaplanıyor içimde. Boş, eprimiş koltukla konuşan bir deli olmayı yediremiyorum elbet. Filmi izlemeye devam ediyorum. Gitmeyi bir gün sen anlatırsın. Kalmak… İnsan alışmıyor, bunun adı alışmak değil. Üzerimdeki ölü toprağını mezarına fırlatmaktan başka çarem yok. Sen daha çok ölmelisin. Annem de.
Yokluğunun kendisi, yokluğunu düşündüğüm anlardaki kadar korkunç değil. Belki de tüm acıyı o nevresimin altında tükettiğimden. Bir daha gülebilir miyim? Gayet tabii. Kadife koltuk oldukça eskimiş, film izlerken fark ettim. Onu da atarsam belki, yeniden gülmeye yer de açılmış olur. Fotoğraf sararmış sanki, evet fotoğraf sararmış…
İlay Bilgili kimdir:
1981 Elazığ doğumlu.Marmara Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünde öğrenim gördü. Öğretmen olarak görev yapıyor. “Artis” isimli öyküsü 2017 Altkitap Öykü Seçkisi’ne; “Mimesis” isimli öyküsü 2018 Altkitap Öykü Seçkisi’ne girmeye hak kazandı. Öyküleri Oggito Öykü, Edebiyat Haber, Altzine, Duvar Dergi ve NotosDergi’de yayımlandı. Yazdım Sihir Oldu isimli bir kitabı bulunmaktadır.
edebiyathaber.net (30 Ağustos 2018)