Öyle göz yaşartıcı bir dram bekliyorsanız bu New Yorklu aileden hemen okumayı bırakın yazıyı. Çünkü dram yıllardır yalnızca sizin hayatınızın içinde süregeliyor, başkaca dram yok yaratılan. Hayatlarınızın içine ettiniz, etmek üzeresiniz, farkında bile değilsiniz.
Tatminsiz hayatlar dünyasına hoş geldiniz. Ne zamandır buradasınız ben bilemem elbette, sizin de bir tarih verebileceğinizden pek emin değilim… Hadi hep birlikte kabul edelim, tatminsiziz artık, uzun zamandır bu böyle. Sonra isteyen isyan bayrağını çeker, istemeyen aynı yaşamı devam ettirir, kendi bileceği iş. Ben bir tek şeyi biliyorum, bu hayatta mutluluğa erişememek için çırpınıp duruyoruz. Nasıl mı?
Size güzel bir aileden bahsedeceğim, sonra onların yaşadığı çelişkilerden, tatminsizliklerden, yalanlardan ve en başta da mutsuzluklarından. Ama öyle göz yaşartıcı bir dram bekliyorsanız bu New Yorklu aileden hemen okumayı bırakın yazıyı. Çünkü dram yıllardır yalnızca sizin hayatınızın içinde süregeliyor, başkaca dram yok yaratılan. Hayatlarınızın içine ettiniz, etmek üzeresiniz, farkında bile değilsiniz.
Hali ortaca bir aile
New York’tayız. Amerika’nın orta tabaka ailelerinden birinin evinin içinde. Paul ve Elaine adında bir çift kapıyı açıyor bize. Elimizde sosis, şarap da olsun; öyle girelim içeriye. Birazdan bu güzel evin ya arka ya da ön bahçesinde mangal yapacağız. Onların ahbapları da olacak elbette. Sohbet edeceğiz birlikte, hanımlar hanımlarla kaynaşacak, erkekler mangal başında lakırdayacak. Her cumartesi akşamı mutlaka birinin evinde buluşuyoruz, evde oturmak görülmüş, işitilmiş olay değil. Çocuklar bakıcılara bırakılıyor, mümkünse aile büyüklerinden birine.
Buraya kadar tasvir edilenler, size yabancı olmasa gerek. Siz de büyük bir şehirdesiniz, ya sevgiliniz ya da eşiniz var, cumartesi gecelerini de boş geçirmiyorsunuz, biliyorum. Sıkılıyorsunuz, yanınızdaki kadından, adamdan, çevrenizdeki insanlardan, yaşadığınız hayattan, işinizden. Sonra bir kaçma isteği, nedensiz gibi duran, bir sürü bahaneye sığınılan. Sıkılıyorsunuz, yeni, daha değişik, daha heyecanlı, daha başka… Hayatlarınızın içine ettiniz, etmek üzeresiniz, farkında bile değilsiniz…
Evin içini gezelim biraz, iyi döşenmiş mobilyalar var elbette, geniş bir mutfak. Üst katta çocukların yatak odaları, sonra Paul’le Elaine’in odaları, onca yıla rağmen hala sevişiyorlar laf aramızda… Bu çiftin çocuklarıyla da tanışalım, romanımızın ilerleyen bölümlerinde epey rolleri olacak ne de olsa. Büyüğünün adı Daniel, küçüğü Sammy. Büyük ergen olmak üzere, azıcık asabiyiz o yüzden, hırçınız, ama kontrol edilemez bir durum yok. Küçüğümüz Sammy dokuz yaşında, astım hastası, biraz narin ve pek de meraklı. Neyse çocukları odalarında bırakıp aşağıya, mangal başına geri dönelim, bakalım neler yapıyor ahali…
Şurada, köşede içkileri hazırlayan kocasını göz ucuyla izleyen kadının adı Pat. Yine aramızda kalsın, bu gruptan bir hanımefendiyle gizli bir aşk yaşıyor. Hemen Henry’nin yanındaki ismi lazım değil, seksi hanım da yine bu gruptaki evli bir beyle tuhaf bir ilişki içinde. Ama derin mevzulara girmeyeceğiz bugün, ne kadar gizli saklı şey varsa romanda kalsın. Bizim işimiz evin sahipleriyle. Onların dalgalı hayatlarını sorgulayacağız, dertleri neymiş anlamaya çalışacağız.
Hep daha fazlası
Amy. M. Homes, Amerikalı başarılı bir yazar. Yangın Müziği’ni 1999 yılında yayımlamış, Sel Yayıncılık, bizi yerimize mıhlayacak bu romanla yeni tanıştırdı, çok şanslıyız. Anlamışsınızdır orta halli bir ailenin çevresinde akıyor mekânlar, zaman ve olaylar. Ama ailede bir akış yok. Paul’ün güzel bir işi var, Elaine ev hanımı, çocuklarıyla ilgileniyor, evleri, arabaları var. Ama akmıyor, içindekiler bir balçığa saplanmışlar sanki, mutsuzlar. Elaine yemek yapmaktan, çamaşır katlamaktan, çocuklarla ilgilenmekten, kendine zaman ayıramamaktan şikayetçi. Paul, aynı tene dokunmaktan, işinden, her gün bindiği metrodan, patronundan, çocukların sorumluluğundan, faturalardan, dökülen saçlarından şikâyetçi. Daha iyi bir yaşam istiyorlar, bunu hak ettiklerini düşünüyorlar. Daha seksi bir kadın, daha ilgili bir koca, daha anlayışlı bir anne, daha arzulu bir hayat, daha, daha, daha… Hayatlarının içine etmek üzereler, farkında bile değiller.
Bir akşam evlerini ateşe veriyorlar, bile isteye… Sanki ev kül olursa mutsuzlukları da gidiverecek. Tatminsizlik, bu boşluk duygusu yok olacak. Dertleri yanıp kül olacak içindekilerle birlikte. Bir akşam evi ateşe veriyorlar, bile isteye. Bundan sonra bir yangın müziği eşlik ediyor bu aileye. İster bir türkü çalınsın sizin kulağınıza, ister uzun, nazlı bir senfoni. Yakmayı beceremedikleri evin içinden birkaç gün sonra gelen tamirat sesleri notaya dönüşüyor, tavan arasından sızan sular besteye eşlik ediyor, yaşam müziğin asıl kendisi oluveriyor New Yorklu aile için. Yangın müziği gerçekte içeride, ruhlarda fitilliyor acı ateşini…
İşte Amy M. Homes bundan sonra daha da sağlam konuşturuyor usta kalemini. Ağır eleştirilerle hem sisteme hem de bu küçük tatminsiz aileye haddini bildiriyor. Kadınlığın, adamlığın ne demek olduğunu, değer verilen her ne varsa maddi şu hayatta, ne ucuz, ne adi, ne saçma olduğunu kalbimizi ortadan ikiye bölerek resmediyor.
Sahip olduklarımızı değersiz görmek kolay! Yıkmak, ateşe vermek ve tüketmek bir çırpıda. Bu sistemin içinde kendini aciz, mutsuz, sıkılmış hissetmek sonra… Sızlanmak ve giderek değersizleştirmek var ettiğini, bahaneler üreterek bir de… Zor olan, var olanı korumakta, sahip çıkabilmekte.
Harap olmuş bir sistemin müziği çalınıyor benim kulağıma. İstesem kapatabilirim bir tuşa basarak. Ama sonuna kadar açıyorum sesini. Ta New York’tan başlıyor Yangın Müziği, bu kente kadar ulaşıyor. Yangın Müziği’ni dinletiyorum konu komşuya, mahalleye, koca İstanbul’a…
Yazan: Serap Çakır – edebiyathaber.net (05 Mart 2012)