Modern zamanların bizlere unutturduğu en önemli bağ doğa ile kurduğumuz bağlar. Bir zamanlar, hayatın başlangıcında doğanın dilinden anlayan şifacıların olduğu ve onların yaptığı birçok tedavilerle iyileşen hastaların hikâyeleri ile büyüyen bir nesil var. Yeni nesil neredeyse bu kişileri sadece hikâyelerden biliyor olacak. Modernitenin getirdiği ve bilimsel süreçlerin verdiği güven ile şifacılara artık çok da inanmak birçok insan için çok zor.
Genç Timaş etiketi ve Esma Fethiye Güçlü çevirisiyle yayımlanan Yankı Dağı günümüzde geçen bir roman değil, bu yüzden “Büyük Buhran” zamanlarında etkilenen bir aileye odaklanmamızı sağlıyor. Çok yetenekli bir terzi baba, müzik öğretmeni bir anne ve üç çocuklarının yaşadıkları kasabadan doğaya göçü ile değişen yaşam şartlarına odaklanıyoruz. Değişim, herkes için bambaşka boyutlarda oluyor. Bunları okurken aslında insanın görünmez iplerle başkalarına nasıl da bağlı olduklarını görüyoruz.
Her şeyin yolunda gittiği bir zaman günümüzde belki büyük buhranlar ile olmasa da savaşların açtığı yaralarla bir anda yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalan, hayatta kalabilmek için yollara düşen nice ailenin hikâyesi yanı başımızda ya da her gün bir haber sitesinde tanıklık ettiğimiz bir durum. Yankı Dağı sakinleri borsanın çökmesi ile başlayan ekonomik sıkıntıları ister istemez yanı başlarında hissediyorlar. Yiyecek için dahi artık paraları olmayan aileler tabi ki artık yeni kıyafetlere ihtiyaç duymayacaklar ve bu ihtiyaç duymama hali bir terzi dükkânının kapısına, açılmamak üzere kilit vurmasına sebep veriyor. Okullarda ilk vazgeçilen müzik öğretmenleri olduğundan sevdiği işinden uzaklaştırılan bir öğretmen öğrencilerine veda etmek zorunda kalıyor.
Evlerini satıp yanlarına alabilecekleri tüm eşyalarla para harcamadan yaşamlarını sürdürebilecekleri dağın eteğine yerleşiyorlar. Müzik öğretmeni anne ve büyük kızları zor yaşam koşullarına istemsiz uyum sağlıyorlar. Ortanca kızları Ellie olması gerektiği yerde olduğunu düşünen ve kendi içinde yanmaya başlayan bir öğrenme ateşi ile birlikte değişimine bütün roman boyunca tanıklık ediyoruz. Kendi değişimi ile okuyucusuna oldukça güzel açılımlar sunuyor.
Doğada yaşam oldukça çetin geçmektedir. Para olgusunun olmadığı artık takas yöntemi ile alışverişin olduğu zamanlar yeniden başlıyor. Modern zamanı yaşayarak yeniden takas dönemine dönmek birçok aile için yıpratıcı olsa da hayatta kalmanın bedeli olarak kabul edilebilen bir süreç. Kasabadan ayrıldıklarında sadece yanlarına alabilecekleri eşyalar ve buz gibi hava yanlarında. Dağın eteklerinde yeni bir hayat kurmak için öncelikle derme çatma bir çadırda yaşamaya başlarlar. Ve bir yandan evleri yavaş yavaş oluşur. Vahşi doğanın vahşi hayvanları ile çevrili olarak çadırda olmak ve güvenli bir kapının ardına geçmek yeniden modernleşmelerini sağlar. Bu süreçte açlığın ne yaman bir süreç olduğunu Ellie’nin içine düştüğü ikircikli süreç ile çok da derinden hissediyoruz. Açlık ona öldürmek zorunda olduğu ve yüreğinde kocaman üzüntüler, gözlerinden akan yaşlara rağmen başka bir canlının hayatı ile bu süreci takas ettiğini hatırlatıyor bizlere.
Modern çağlarda her şeyin hazır tüketildiği zamanımızda her türlü tüketim sektörü oluşuyor. Açlık ile yüzleşmeyen birçok 21 yy insanı için hayvan öldürmenin, onları beslemenin, onların ürettiği her şeyi tüketmenin yanlışlığı dile getiriliyor. Eğer bunlara erişmek bir markete gidip almak kadar basit olmasaydı sorusu ile ince çizgi üzerine hepimizin düşünmesi gerekiyor. Genç okuyucular için tüketim alışkanlıkları üzerine derin sohbetlere umarım zemin hazırlar bu roman.
Romanın girişinde Ellie’nin yeni doğum yapan köpeklerinin doğumdan sonra nefes almayan bir yavrusu ile ilk kez yüreğinin sesini dinlediği bölüm ile başlıyoruz. Annesi onu gömmesi için gönderir o birden yavruyu soğuk su ile dolu kovaya koyarak onu hayata döndürür. Hayvanlarla kurduğu bağ, doğa ile kurduğu bağ, insanlarla kurduğu bağ hepimizin özlemle baktığı bağlar oluyor. On iki yaşındaki bir çocuğun bizlere öğrettiği çok şey var bu hikâyede. Hayatın erken yaşta olgunlaştırdığı çocuklardan biri Ellie. Zaten zor şartlarda yaşayan her çocuk erken olgunlaşmaz mı? Üretmeden tüketen çocuklar neye kıymet vereceklerini bundan dolayı çok da iyi bilememekte.
Yaşamak için temel ihtiyaçlarımızın neler olduğunu bir kez daha hatırlatıyor Yankı Dağı sakinleri. Su, toprak, yiyecek ve sağlığımız için tedavi yöntemleri. Doktor var fakat hem merkezden çok uzaktalar hem de doktorun hizmetinin karşılığında verebilecekleri paralarının olmaması herkes için büyük bir sorun. Doğanın sunduğu her türlü yiyeceği yemek zorunda kalan insanlar her zaman var. Yeri geldiğinde tarla faresi yeri geldiğinde yılan ve artık doğaya adapte olmaya başladıklarında nehirden yakaladıkları balık, avladıkları geyik onlar için oldukça kıymetli ve lüks tüketim olabiliyor. Et, bozulmaması için takas yöntemi ile aileler arasında paylaştırılıyor. Paylaşımın her toplumda ve her koşulda çok önemli olduğunu bir kez daha öğrenmiş oluyoruz.
Ailelerin iç içe geçen yaşam öyküleri hiç beklemediğimiz yerlerde karşımıza çıkıyor. Gerçekler ve ön yargılar insanların yüzleşmesi gereken süreçler. Kasabada hemşire olarak çok sevilen biri dağın başında olduğunda otacı ve cadı olarak hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadan yaftalanabiliyor. Bütün bu yaşam öykülerinin merkezinde Ellie bulunmakta. Kayıplar, hastalıklar, yaşam mücadelelerinin içinde bir çocuğun kararlılığı ve büyüklerin onların bu kararlı duruşları ile değişimlerini an ve an okuyabiliyoruz.
Romanın kurgusunda babanın devrilen bir ağacın altında kalması ile komaya girmesi, on iki yaş bir çocuğun fazla duyarlı olması nedeniyle suçu üstüne alması, uzun nesillerdir dağda yaşayanlarla sonradan gelenlerin uzaklığı romanın kurgusunda görünmez bağların görünürlüğüne şahit bırakıyor bizi. Tabii ki kaynaştırmayı yine Ellie’nin yapıyor olması, dağ sakinlerinden babasını yeni kaybetmiş ve onun kadar hünerli ellere sahip yeni gelenlerden kendisine en yakın bulduğu ve yalnızlığına ortak olması için ona kendi oyduğu ağaç heykeller hediye eden Larkin’in gerçeklikleri ile oldukça akıcı bir şekilde merakla satırların arasında kayboluyoruz.
Hayat bize hiç beklemediğimiz değişimler sunabiliyor. Bazen neyin önemli neyin önemsiz olduğunu hatırlatmak için bazı şeyleri illa ki yaşamamız gerekmiyor. Romanlar iyi ki var dediğimiz bir kitap Yankı Dağı. Okuyanı birçok sorgulama ile baş başa bırakacak güzel bir hayatta kalma ve bağ kurma hikâyesi ile umarım çokça kişinin yolu kesişir… Keyifli okumalar olsun…
Kaynak: Yankı Dağı, Lauren Wolk, Çeviri: Esma Fethiye Güçlü, Genç Timaş, Eylül 2022.
edebiyathaber.net (26 Eylül 2022)