Mustafa Orman’ın ilk öykü kitabı Derdin İncinmesin, Everest Yayınları tarafından piyasaya sürüldü. Derdin İncinmesin, yazarın ilk kitabı… Yalnız bunun bir ilk kitap olduğunu bilmeyen okurların, öyküler aracılığıyla bu bilgiye varmaları epeyce zor olabilir. Çünkü kitaptaki öyküler, bir ilk kitap için pek de ‘acemi işi’ gibi durmuyor. Belli ki üzerinde düşünülmüş, kafa yorulmuş, ince elenip sık dokunulmuş öyküler bunlar.
“Kitabı eline alıp hiçbir zaman okuyamayacak olan anneme…” ithafıyla açılan kitap aslında daha en baştan derdini de belli ediyor gibi. Bu ülkede kimler, neden bu satırları okuyamıyor sorusunun cevabını aşağı yukarı hepimiz tahmin edebiliyoruzdur. Tıpkı Mustafa Orman’ın kitabı gibi, bu yazıyı da okuyamayacağını biliyoruz hatta o kimselerin. Yani aslında daha ilk sayfadaki ithaftan bile kitaptaki öykülerin derdini anlıyoruz biraz.
Derdin İncinmesin’de Mustafa Orman’ın en önemli meselelerinden biri devlet-halk ilişkisi. Devlet, çoğu zaman, bir otorite figürü olarak karşımıza çıkıyor öykülerde. Tokat atmayı seven, somurtkan, öfke dolu, dediğim dedik bir otorite bu. Tıpkı ataerkil toplumların “aile reisi” olan babalar gibi. Öyle ki Günlüğe Düşmüş Cenin öyküsünün ilk cümlesi bile bu ilişkiyi gösteriyor bize: “Baba dediğin nedir ki, ayaklı devlet…” Bu otorite ile hesaplaşmaya çalışan bireyin toplumdaki yerini, sadece bir “insan” olarak gerçekleştirmeye çalıştığı var oluş serüvenini ve ayakta kalmaya çabalamasını görüyoruz öykülerde. Sadece vasat bir bireycilik değil Mustafa Orman’ın yaptığı. Onun bireyi, yeri geliyor bir halkı temsil ediyor; yeri geliyor toplumun kendisi oluveriyor. Bu yüzden modern dünyanın kent hayatı içerisine sıkışmış bireylerini görmüyoruz öykülerde çoklukla. Kadrajı biraz daha sağa ve aşağıya çeviriyor Mustafa Orman ve görmezden gelinen ne varsa göstermeye çalışıyor okura.
Belli ki toplumda acı çekmiş, derdi olan, çilesi sırtında gezen birilerini anlatıyor Mustafa Orman bize. Devletin ellerinin hiç eksik olmadığı coğrafyaların öykülerinde, belki de bilerek o coğrafyaların ismini hiç zikretmiyor. Derdini, meselesini okurun gözüne sokmuyor. Bilge Karasu’nun Gece’sindeki kapalılık kadar olmasa da okuru yormadan alacakaranlık bir çizgide seriyor anlatacaklarını gözler önüne. Yani, aslında öykülerin meselesinin ne olduğu bilinse de yer yer kapalı bir anlatım kurarak aktarıyor söyleyeceklerini. Diş öyküsündeki mizahi dili sayesinde, devlet ile halk arasında kurduğu o garip köprünün gülümsenebilecek bir yönünü de gösteriyor okura Mustafa Orman. Bu yüzden öykülerdeki yarayı içinizde hissedebiliyor, yeri gelince bütün dertlere rağmen tebessüm edebiliyorsunuz öyküleri okurken. Bunun en önemli sebeplerinden biri de Mustafa Orman’ın o derdi gerçekten içinde taşıyor olması olabilir diye düşünüyorum.
Sosyokültürel aidiyet, özellikle toplumcu edebiyat yapan yazarlar için önemli bir dayanak noktası. Bir coğrafyaya, bir geleneğe, bir kültüre ait olmak; ona dair herhangi bir şey anlatırken de o anlatımın dokusunu daha sahici yapıyor bana kalırsa. Bu yüzden Mustafa Orman da hiçbir şeyi tesadüfen yazmıyor. Güvercini Bileğinden Öp öyküsünde geçen “Nerede duruyorsa, oraya benziyor insan.” cümlesi, mekân ile insanoğlu arasındaki bağı gösteren en net ve sert cümlelerden biri. Sanki bir yandan da Edip Cansever’e selam duruyor Mustafa Orman; Mendilimde Kan Sesleri’nde “İnsan yaşadığı yere benzer / O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer” diyen Edip Cansever’e… Herkes gibi, onun da kendini ait hissettiği bu kültürel ve coğrafi arka plan, öykülerine de yansıyor ve böylece öyküler daha vurucu bir şekle bürünüyor, okura daha yakından temas ediyor. Bir dert ki içinde büyüyor insanın, bir yara ki kapanması mümkün olmuyor.
Kurduğu kendi has dil, yapaylıktan uzak anlatımı; başta da söylediğim gibi, üzerinde çalışılmış, kafa yorulmuş, aceleye getirilmemiş öyküler olması Derdin İncinmesin’deki öyküleri ve Mustafa Orman’ın öykücülüğünü özgün kılan etmenler. Birileri öldürülüyor, birileri yok sayılıyor, birileri itilip kakılıyor öykülerde. Alıp götürülenler ve geri gelmeyenler oluyor bir sayfada; başka bir sayfada her daim ölümü beklediği için cenaze matemine hiç ara vermeyen birisi… Öyküler zaman zaman altından kalkılamayacak bir hüzne dönüşüyor. Yumruk gibi oturuyor okurun boğazına. Son sayfada ise sanki bütün kitap boyunca sürdürdüğü ağır havayı dağıtmaya çalışırcasına güldürüyor bu sefer okuru. Hasılıkelam bir ilk kitap olması bağlamında, konumunun hakkını fazlasıyla veren öyküler var Derdin İncinmesin’de. Arka kapakta da belirtildiği gibi: “Umudu dürten, umutsuzluğu yatıştıran hikâyeler.”
İlker Aslan – edebiyathaber.net (27 Mayıs 2016)