Şu günlerde Svetlana Boym’un “Nostaljinin Geleceği”ni okumaktayım. Kitabın bölümleri arasında gezinirken İvan Bunin ile Nina Berberova’yı okuma duygum beni çekeleyip önce Tarkovski’nin “Nostalgia” filmini izletti yeniden.
Belki üzerine başlı başına bir kitap yazılabilecek o filmin Boym’un bu çalışmasında göz ardı edilmesini sorgularken; sürgün kimlik ile göçmen ruh/kimlik ikilemlerinin aynı şey olmadığını bize göstermesi beni söylediklerinin asıl odağına taşıdı diyebilirim.
Boym, yitik zamanı (nostalji) bu denli etraflıca irdeleyip tarihten belleğe, yer/mekân duygusundan geleneğe, sürgün ve göçmen kimlikten yaratılan eserlere dönük benzersiz bir yolculuğa çıkarıyor okurunu.
Aslında, o, sürgünlüktense “göçmen”liği çalışmasının odağına alıyor.
Sürgün dönüşsüz, zorunlu bir yolculuktadır hep, yitiklikler içindedir. Ve bir ütopya kurmayı da hayal eder sürekli. Oysa göçmen kaybederek bile isteye giden ve hep geride bıraktıklarını özlemle anan, dönüş umudunu neredeyse saklı tutarak, vardığı yerde bunu düşlerinde yaşayandır.
Kendini oyalayan göçmen, sanrılarla olan sürgünle aynı yerde, bazen aynı göklerde ama apayrı dünyalarda yaşarlar. Birbirlerine baksalar da kimi kez göremezler, hissedemezler, dokunamazlar birbirlerine. Çünkü hep “başka”nın peşindedirler, hem içlerinde hem de dışta yaşadıklarında. Benzerlerine yakınlaş(a)mazlar, ötelerinde dururlar. Yeni bir kimlik inşa etme sanrısının git-gelindedirler çünkü.
Doğrusu Boym çalışmasında bize tek şeyden söz etmez. Ama tek bir ülke vardır odağında, o da Rusya.
Evet, bazen, insana ve hayata dair öyle gerçeklikler vardır ki; o ülkenin yakın/uzak tarihiyle ilişkilendirilerek anlatılması/açıklanması çeşitlilik içerir.
Siz, eğer askeri darbelerin tarihine dönük tematik bir çalışma yapacaksanız, sanırım ilk uğrak yeriniz Latin Amerika olacaktır.
Boym, çalışmasının odağına “nostalji”yi alırken; ister istemez çıkış noktasında bir ÜLKE vardır. Ve ister istemez sürgün/göçmenlik izleği de bunun varoluşunun vazgeçilmezliğini içerir.
Buradan bakınca her ülkenin uzak-yakın tarihinde benzer durumlar yaşanmıştır. Elbette ki burada göçü/göçmenliği, sürgünü/sürgünlüğü nasıl tanımladığınız, başka deyişle bunların neden/nasıl olduğuyla da ilgilidir bakışınız ve yorumunuz.
Boym da öyle yapıyor Rusya gerçeğine odaklanırken.
Amacım onun metinsel/yaşamsal göndermelerine, örneklemelerine yönelerek bu kitabın tanıtımını yapmak, analiz etmek değil.
Bir üst-okumayla, ilgi duyduğum konu/izlekler çerçevesinde Boym’un ne söylediğini anlamak, bende çağrıştırıp hatırlattıklarına yönelerek yeni okuma/izleme ve metin yazmalara yönelmektir amacım.
Bu da, bir okur olarak, benim gözümde verili bir okumadır. Ötesi, bir metinden yola çıkarak başka hayatlara dönüp bakabilmek, ora(lar)da gördükleriniz ve dönüştürebildiklerinizle kendi metninizi kurmak.
Diğer bir yan ise; bir anlatıcı olarak benim kimlik/aidiyet/sıla/gurbet/ev/gitmek/göçmek/içsürgünlük/sürgünlük/yurtsama/köksüzlük/bellek/yabancılaşma/ ötekileşme, vb. gibi kavramlarla alışverişime yeni pencereler açmasıyla da Boym’un hem “Nostaljinin Geleceği” çalışmasını hem de diğer çalışmalarını (“Başka Bir Özgürlük”, “Tırnak İçinde Ölüm”, “Ninoçka”) önemsediğimi söylemeliyim burada.
Bir başka kıyıdan
İvan Bunin’i, Nina Berberova’yı okurken görüp hissettiklerimin, hatta bulduklarımın daha da ötesine beni götürmesini, Svetlana Boym’un yalnızca akademik kimliğine bağlamıyorum. Geliştirdiği kültürel bakış, kurduğu edebî söylem (özellikle “Ninoçka” romanında) onu benim gözümde başka bir yere taşıyordu elbette.
Hele “Ninoçka”yı “Nostaljinin Geleceği” ile okurken; dönüp Berberova’nın “Kara Acı” anlatısının 1991’de ilk okumamamdaki notlarıma döndürmesi beni…
Dahası, 1980 askeri darbesinde kendisini bir dağ köyünde bulan genç adamın içsürgünlüğü ve nostaljiye bağlanma özlemini dile getiren o notlar üzerine kurulan anlatıya dönmem beni biraz şaşırttı desem!
Evet, yazı bellekte kurulur. Ama öylesi yaşamlar/tanıklıklar ve okumalar olursa.
Berberova’yı o tanıklıkların izleri daha silinmeden, onun için sıkı sıkı okumuştum. İvan Bunin’in gençlik kitabım olan “Mitya’nın Aşkı”nı bu nedenle hiç yanımdan ayırmamıştım. O izlerle “Katya, Sevgilim” öyküsünü yazmamış mıydım? “Arsenyev’in Yaşamı” ruhumun buz tutan yanlarını çözmemiş miydi bir ân’da?!
Evet, “yarattığımız düşlere bağlıyız” her zaman. Nereye gidersek gidelim, neyi nasıl yaşarsak yaşayalım bir yanımız hep sürgündedir; diğer yanımız ise içimizin göçmen ruhuyla baş edebilmenin sanrılarında…
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (17 Ekim 2017)