Nick Hornby, Çağdaş İngiliz Edebiyatının en önemli isimlerin başında geliyor. Hornby’i esas olarak Arsenal üzerine yazdığı nefis kitabı Futbol Ateşi (Fever Pitch) ile tanıyoruz. Fanatik bir Arsenal taraftarı olan Hornby, bu kitapta futbol ve Arsenal sevgisini satırlara döküyor; okuyucuya futbolun sadece taktik, büyük paralar ve kazanmak üzerine olmadığını hatırlatıyordu. Bununla beraber Hornby, yazmaya tutkulu birisi uzun zamandır çeşitli mecralarda müzik, deneme ve edebiyat üzerine yazılar da yazmakta. Bu tutkusunu kendisinin yazmış olduğu tüm metinlerde hissedebiliyorsunuz. İngiliz yazar asıl beynelmilel şöhreti ise 1995 yılında yazmış olduğu Ölümüne Sadakat (High Fidelity) ile yakalamıştı. Bu kitabın 2000 yılında sinemaya da uyarlandığını hatırlatalım. Geçtiğimiz günlerde Sel Yayıncılık, Ölümüne Sadakat‘i yeni bir kapak tasarımıyla yayınladı. Bugüne kadar Hornby romanlarıyla tanışamamış olanlar için Ölümüne Sadakat iyi bir başlangıç olabilir.
Orta yaş krizi ve kırık aşk hikayeleri
Hornby külliyatında bir takım ortak temalar vardır. Bunlar: ilişkiler, müzik ve trajikomik erkeklik halleridir. Ölümüne Sadakat’te de benzer sularda yüzüyoruz. 30’lu yaşlar sendromu, bir türlü rayına girmeyen hayat, kalıcı mutsuzluklar ve ilişkilerde istikrarlı başarısızlıklar Hornby’nin samimi anlatımıyla satırlara düşüyor. Kahramanımız 35’ine gelmiş Londra’da Championship Vinyl isimli bir plak dükkanı işleten Rob Fleming. Rob, üniversiteyi yarıda bırakmış, hayatta ve ilişkilerde dikiş tutturamamış, sorumluluk almaktan kaçınan ufaktan orta yaş krizine giren müzik tutkunu birisidir. Rob’un müzik tutkusu o kadar büyüktür ki, hayatının her anında bir top 5 listesi hazırlıyor, dükkanına gelen basit müzik zevki sahip insanları bile kovabiliyor. Hikayenin başında Rob’u sevgilisi Laura tarafından terk edilmiş vaziyette buluyoruz. Bazıları gelip geçer bazıları ise yıkar geçer hesabı Rob, Laura’nın kendisini terk etmesini kabullenemiyor hatta ona o kadar sinirleniyor ki Laura’yı tüm zamanların en unutulmaz ayrılık listesine bile dahil etmiyor. Laura ise yaralarını biraz olsun sarabilmek için İan adında biriyle beraber olmaya başlıyor. Bu durum Rob’u daha da sinirlendiriyor, Laura’yı yeniden kazanabilmek için obsesif biçimde onu arıyor, evinin önünde bekliyor. Bu girişimler elbette sonuç vermiyor.
Rob, 36. yaş gününde yalnız ve hayal kırıklıkları içerisinde evinde otururken geçmişini gözden geçirmeye karar veriyor. Neden sürekli olarak terk edildiğini öğrenmeye çalışıyor bunun bir yazgı ya da kader olup olmadığını ortaya çıkarması gerektiğini düşünüyor. Bu sorunu çözmek için doğru bir karar vererek bu konularda ihtisas yapmış, tüm kalbi kırıkların “patronu” Bruce Springsteen şarkılarına danışıyor. Rob, daha sonra bu sırrı ortaya çıkarmak için eski sevgilileriyle buluşmaya karar veriyor; “takatim yok, yine de telefon sarıldım son bir özür için tüm sevdiğim kadınlardan” diyor bir anlamda. Rob, tek tek eski sevgililerini izlerini buluyor, onlarla görüştükten sonra anlıyor ki onun bu hayatta “ölümüne sadakatle” sevdiği kişi aslında Laura’ymış.
Bir tek aşk var!
Nick Hornby hikayesini oldukça sade biçimde anlatıyor. Aforizmalar, süslü edebi cümleler ya da tasvirler yok. Yalın ve ironik bir dile sahip Hornby. Hornby’nin ironik dili kitaptaki melankoliyi az da olsa dengelemiş. Bununla beraber Hornby’nin müzik tutkusu yine bir adım öne çıkıyor, kitap boyunca nefis parçalar işitiyoruz. Ölümüne Sadakat’te hikayesini dinlediğimiz Rob, bir roman kahramanı olmak için oldukça sıradan biri. Zaten kitap boyunca kendisi de bize bu durumu sıklıkla hatırlatıyor ama Hornby onun o kadar samimi bir şekilde kurgulamış ki, Rob’u yakın arkadaşımız olarak görmeye başlıyoruz “sıkma canını be Rob bunlar da geçer” diyorsunuz bir süre sonra.
Hornby, kitap boyunca büyümeyi sürekli erteleyenleri, uzatmalı ergenlik yaşayanları, hayatta kalıcılığın değil gelip geçiciliğin peşinde koşanları anlatıyor bizlere. Lakin böyle bir hayat tarzının bir süre sonra su kaynatacağını, işlerin hiç bir zaman bu şekilde gitmeyeceğini hatırlatıyor. Sınırları ve kuralları belli rutine bağlanmış bir hayatın da huzur verici olabileceğini söylüyor… Daha da önemlisi eğer birisini gerçekten seviyorsanız ona çok gecikmeden bunu söylememizi, kalıcı mutlulukları ıskalamamızı tavsiye ediyor; çünkü bu hayatta bir tek aşık olduğunuz kişiye karşı ölümüne bir sadakat besleyebiliriz. Ölümüne Sadakat 30’lu yaşlar sendromuna kapılanların, nereye gidiyor bu hayat diye sormaktan kendilerini alamayanların kısaca “bu iş çok zor yonca” diyenlerin kutsal kitabı…
Can Öktemer – edebiyathaber.net (25 Ekim 2017)