Bazı yaşamlar vardır, kişiyi bağlar gibi gözükse de bir ülke hakkında bilgi sunar. “Özel olan politiktir” ifadesi kuru bir laf değildir. Aşk başta olmak üzere yaşadığımız her ilişki çıkmaz(ları)nın ardında toplumsal tarih yatar. Bu tarihte davranış kodlarımız, tepki biçimlerimiz, sorunları çözüş şeklimiz, aile yapılarımız, reflekslerimiz… birikmiştir. İnsan tarihsel bir yaratıktır; acılar, sevinçler, hayal kırıklıkları hep birikerek devam eder.
Tekgül Arı, Aşk Susmadan Git’de, bizim hep devam etmekte olan önemli yanımızı anlatırken, aynı zamanda nasıl bir sosyal, siyasal olgu içinde debeleniyor olduğumuza yönelik de bir parantez açıyor. Tabii tam da burada, baskıcı siyasal iktidarlar tarafından köşeye sıkıştırılmış, adeta soluk almasına izin verilmemiş bir toplum içinde olan bireylerin ilişkilerinde, dostluklarında, aşklarında… kıyım yaşamasının doğal olduğunu düşünmeden edemiyor insan.
Bir de, herkes tarafından onaylanmış değer yargılarının travmatik sonuçları var tabii. Bir de, insanın karmaşık yapısını göz önünde bulundurduğumuzda hayata hakim kılınan tüm yaşama kurallarının iflas ettiği gerçeği. Hızla devinen gerçeklik karşısına kendi küçük dünyalarımızla çıktığımızda da aynı travmayla karşılaşmayacağımızı kim söyleyebilir (!?) Ancak, içselleştirdiğimiz davranış biçimlerimiz benzer hızlılıkta olmak zorunda değil.
İhanet, yanılsama, aşk…
Aşk söz konusu olduğunda mutlu sonların aşkın doğasına –her zaman- uygun olmadığını, en azından istenen sona gelmeden önce ihanet, yanılmasa… gibi önemli badireler atlatıldığını, bu badirelerin de yolu tıkadığı artık biliniyor. Refah ve özgürlüğün yaşandığı toplumlarla, yoksulluğa mahkûm edilmiş, bireyin baskılandığı toplumlarda yaşanan ilişki ve aşkların iki farklı yol izlediği tezini ortaya atmak da mümkün.
Arı’nın ana karakterleri Seyran, Uğur ve Gizem’i takip ettiğimizde ister istemez bunları düşünüyoruz. Kocasının ihanetine uğramış, bir çocuğuyla yaşama tutunmaya çalışan Seyran da, maruz kaldığı travmayı atlatmaya çalışmaktadır. Oğlu Ada’yla bir dünya kurmuştur ve zaman zaman geriye giderek kocası tarafından içine sokulduğu kabusu yeniden yaşar. Ancak her şey geçmişte kalmıştır, yeni bir düzen kurmuştur ve oğluyla mutludur. İç dünyasını gözlemleme olanağına sahip olduğumuz Seyran’ın, oğluyla kurduğu bu dünyayı tehdit edenlere karşı tetikte olduğunu anlamamız hiç de zor olmaz.
Taa ki,Uğur’la tanışıncaya kadar. Seyran’ın Uğur’la kısa zamanda gelişen ilişkisi evlilikle noktalanacaktır. Uğur’dan da bir erkek çocuk doğuran Seyran’ın bir önceki kocasından gördüğü ihanetin aynısını Uğur’la da yaşaması bir tesadüf müdür? Hayatın garip cilvesi Seyran’ın yakasını bırakmaz. Üstelik Uğur, terk edilen kocaya rahmet okutur durumdadır. Tabii bunu isteyerek yapmamıştır. Ayrılmak zorunda kaldığı Gizem’i unutmak için yaptığı evlilik, ters tepmiş, katakulliye getirip, -bebeği Gizem’le birlikte kaçırarak- Seyran’ı terk etmiştir.
Dönen bir çarkın içinde…
Diğer bir yandan da, olayların içinde kaybolmuş bir karakter vardır karşımızda. “Dönen bir çarkın içine çekilmesini anlayamıyordu Uğur. Çarkın bir dişlisi olmayı istemesini de. Kaçmak istiyordu herkesten, her şeyden. Kendi başına kalacağı, kimseyi üzmeyeceği ıssız bir yer arıyordu. Dokunduğu her şeyi yakıyor, kül ediyordu. Etrafında, onu teslim alan sağanak gözyaşlarıydı. Her yaş içine akıyor, sonra ruhunu yakıyordu. Dahası birçok ses ve yaşları taşımak hepsine yetişmek, imkansızdı…”
Seyran’ın kendi dünyasında yaşadıkları son derece karmaşıkken; sosyal, siyasal alanda olan bitenler de bir o kadar içinden çıkılmazdır. Metninde, projektörü toplumsal hayata sık sık çeviren Arı, Seyran’ın geldiği aile çevresinden tanıştırdığı bireyler ve Uğur’un –Gizem dahil- yakın ilişkilerindeki kişilerin olaylarıyla dışarıdaki dünyayı görünür kılar.
Öğrencilik dönenimden gözaltına alınan Uğur’un, Seyran’ın yakın akrabası Serhat’la olan ilişkisi, Serhat’ın Kürt kimliği… her iki karakterin de temsil ettiği sınıfsal, sosyal, kültürel farklılıklar konusunda fikir verici niteliktedir. Bir taraf muhalif yanından dolayı iktidar tarafından büyük zarara uğratılırken, diğer taraf bunu hafif atlatacaktır. “Uğur, ülkede alevlendirilmiş bir terörün bulunduğu coğrafyada, Kürt olarak doğanların üzerine her türlü suçun atıldığını, hele bir de siyasi bir suçla içeriye alınmışsa; ömür boyu yatırıldığını, oradan bir gün sağ olarak çıkmasının bir mucize sayıldığını çok iyi biliyordu.”
Arı, yaşadığımız toplumda vuku bulan erkek ve kadın ilişkilerini tekrarlanan vakalar üzerinden görünür kılarken; Seyran üzerinden de –ortalama- kadın dünyası ve beklentilerine –akıcı bir dille- gerçekçi bakmış diyebiliriz. Söz konusu alanda çevrilen entrikaların da bu bakıştan nasibini aldığını eklersek, aşk adına yaşananlar hiç de masum bir seyir izlemez. Bu arada, Uğur’un ihanetiyle, Roboski katliamının aynı ana denk gelmesini de unutmayalım.
Aysel Sağır – edebiyathaber.net (5 Kasım 2015)