“Yanlış hayat doğru yaşanmaz.“
T. Adorno
İnsan kaç defa ölebilir? Ne şekilde, nasıl; neler ve hangi acılar, kırgınlıklar insanı öldürebilir? Fiziki ölümden daha ölümcül olan, öldüren ve fiziki olarak yaşasa bile aslında bu dünyaya dair umut besleyememek, hayal kuramamak çağın insanı getirdiği son nokta değil midir?
İngeborg Bachmann, 1926 yılında Avusturya’da doğmuş, felsefe öğrenimi görmüştür. Şiirler, öyküler ve radyo oyunları yanında denemeler yazmıştır. Malina, onun tek romanı olup “Ölüm Türleri” olarak planladığı üç dizilik kitabının ilk cildidir. Malina 1971 yılında basılır. Ne yazık ki diğer serileri yazamaz İngeborg Bachmann. 1973 yılında aşırı dozda uyku hapı aldıktan sonra uyuyakalır ve sigarasının çıkardığı yangında aldığı derin yaralar sonucu ölür. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Ferit Edgü, kısa öykülerini yazarken, ileride birileri tamamlar, demiştir. Yine Vedat Türkali de Kayıp Romanlar’da Güven kitabındaki Seher ve Turgut’un yarım kalan öykülerini birilerinin tamamlayacağını söylemiştir. Bu, edebiyata da bir yaklaşımdır, yarım kalanlar tamamlanır ya da okur zihninde onları tamamlar. Malina’nın devamını birileri yazdı mı acaba? Ya da okurlar zihinlerinde daha da önemlisi yaşamlarında nasıl tamamladılar?
Başkahramanı Ben ve Malina, aynı kişiliğin ayrı iki yanıdır. Ben anlatıcı kadın, Malina ise erkektir. Biri duygu diğeri akıl ve mantık yanıdır. Yazar, kişiliğin ikili yapısı motifini esas almıştır. Ve kitabın bel kemiği de bu motiftir. Ben, bir devlet memuru olan Malina ile aynı evi paylaşmaktadır. Diğer bir kahraman Ben’in sevgilisi İvan’dır. İvan hakkında fazla detay verilmez. Boşanmış ve Bela ve Andreas adında iki çocuğu vardır. Kitapta kurgu, öykü yoktur. Ne Ben, ne Malina ne de İvan’ın bir öyküsü vardır. Daha çok Ben’in iç konuşmaları şeklinde anlatı özelliğini taşımaktadır. Okuması ve anlaması, anlam verilmesi zor bir kitaptır.
Genelde romanlarda kurgu, olaylar, dialoglar, zaman, mekân aranan başlıca bileşenlerdir. Ama Malina’da tek bir yer vardır, o da Macar Sokağı’dır. Ben’in asla çıkmayı düşünmediği ve çıkmadığı, kendini var ettiği sokaktır. İngeborg Bachmann uzun süre Roma’da yaşamıştır. Ve yaşadığı ev de Roma’nın ortasında küçük Viyana’yı andırır şekilde döşenmiştir. Malina’da zaman “bugün”dür. Yazar, ısrarla bugün üzerinde durmaktadır. Çünkü Ben, İvan’a aşkından dolayı öyle bir heyecan ve coşkuyu yaşamaktadır ki, ne dünü -İvan’la tanıştığı günü bile- ne de yarını düşünmek ister. Hep bugünü, şimdinin heyecanını yaşamak ister. Şimdide duyduğu heyecanı kaybetmek istemez ve şimdi mutludur.
Yayınevi kitabın tanıtımını yaparken “yalnızca ve yalnızca aşk” demiş ve “Roman, seven iki insanın yalnızlığını sergilemektedir.” diye izahta bulunmuş. Böyle bir tanıtımla okurların kitaba daha çok rağbet edeceğini düşünmüş olmalılar. Yalnızca aşka odaklandırmaya çalışırken aşkı her şeyden soyutlayarak iki kişi arasındaki ve kimilerince ulvi ilişkiye parmak basmaya çalışmışlar. Ama Malina’da üç kişi vardır. Hatta bir erkek ve bir kadın bir kişiyi temsil etmektedir. Ayrıca bir de sevgili vardır. Ve de faşizmle özdeşleşleştirilen bir baba. Oysa kitapta aşkın yanında bütün insanlığın yaşadığı trajedi de anlatılmaktadır. Özellikle babayla ilişkilerini anlattığı Benin düşlerinde bu trajediler daha çok ortaya konulmaktadır. O yüzden yalnızlık çeken iki seven insanın kitabı, tanımı sığ kalmıştır. Ama yayınevlerinin amacıyla yazarın yazma amacı çoğunlukla örtüşmez zaten.
Ben, isimsiz bir kadındır. Belki yazar, Ben şahsında genel kadınlık durumlarını anlatmak istemiştir. Ve tabi ki İvan ve Malina da ve hatta baba da genel erkek duruşlarıdır. Yazar kitabın bir otobiyografi olduğunu söyler ama alışıldık otobiyografilerden olmadığını da belirtir. Tinsel, kurgu ürünü bir otobiyografi, der. İsimsiz bir kadındır Ben, çünkü İvan da dahil kimse ona seslenmez, ilgisizdirler ve kimse onu merak etmez. Bir defasında ağladığında İvan neden ağladığını bile sormaz. İlgisizlik ve umarsızlık Ben’in genel anlamda hüznünün kaynağıdır. O görünmek, var olduğunu göstermek istemektedir. Sadece evde görüştükleri için aslında kendisinin de güzel kıyafetler giydiğini ve başkalarıyla da konuşabildiğini, dostlarının olduğunu dışarıda bir tesadüf olarak İvan’ın görmesini ister. Yaşadığı çocukluk travmasından sonra çok uzun zaman yaşamadığını, hissetmediğini, dünyayı, hayatı algılamadığını söyler. Ta ki İvan’a kadar. İvan’ı gereksinmektedir ve o da kendisini gereksinsin ister. Bir defasında İvan sadece arabasının anahtarını almaya gelip hemen gitmek zorunda olduğunu söyleyip gittiğinde onun tek bir sözü bile Benin canlanmasına yeter.
İvan’ın Bene etkisi ruhsal ve bedensel bir iyileşme sağlar. “Bir aşağılanma sonucu bana yabancılaşmış olan bedenimle, sonunda kendi etimin derinliklerine de iniyorum…” Kendi bedenine yabancılaşması, baba ile yaşadığı ilişkinin sonunda kendine duyarsızlaşması, hissizleşmesidir. Ben, aşkıyla mutludur. Onun için her şeyi yapmaya hazırdır. İvan’ın hoşuna gidecek, onu mutlu edecek şeyler yapmak istemektedir. Onun sevebileceği yemekler yapmak, gizliden ayakkabısını silmek ve içkisini doldurmak gibi. Hatta çocukları sevmediği halde beceriksizce de olsa çocuklarıyla da ilgilenmeye çalışır.
“İvan, artık uyumalısın dediği için, İvan benden memnun olmalı ve çoktan uyuduğumu düşünmeli.”
Ama İvan’da durum çok farklıdır. Bu onun sadece boş zamanlarını doldurduğu bir ilişki gibidir. Hiçbir zaman Beni tam anlamıyla umursamaz. Hatta Ben, onun karşısında cesaret edip sevgi sözcükleri de kullanamaz. Çünkü İvan da henüz bu sözcükleri kullanmamıştır. Bunları kullandığında İvan’ı kaybedeceğini de düşünmektedir ki İvan ona bunu hissettirmiştir.
“İvan, başka erkeklerden farklı olarak, özellikle bir telefon beklememden, onun için zaman ayırmamdan, kendimi onun iş saatlerine göre ayarlamamdan asla hoşlanmaz.”
İlişkilerinin bir boyutu yoktur. Dışarılarda görüşmezler. Macar Sokağı’nda altı ve dokuz numaralı evler ve telefon konuşmaları tek görüşmeleridir. Bunun yanında bir röportajında; “Cinsellik bu aşk ilişkisinin bütünüyle dışında bırakılmıştır.” tespiti yapıldığında yazar; “Üzerine söylenecek bir şey olmadığı için. Bu iki kişinin mahremiyetine giren bir konu.” diye belirtir. Bunun yanında Ben ile İvan’ın dünyaları da farklıdır. Ben, insanların mutsuzlukları, savaşları ve acıları üzerine düşünen, bunlar üzerine düşler gören, yazan ve bütün bunların hüzünlerini üzerinde taşıyandır. Ama İvan, bu hüzünlerden rahatsızdır. Ben, onun için sürpriz bir kitap yazmak ister. Kağıtlar arasında “Ölüm Türleri” başlığını gören İvan, daha sevimli şeyler yazmasını, sevinçlerden bahsetmesini ister. Kitapta aslında İvan yok gibidir. Telefonda sadece yarım cümleleri vardır. Bunlar günü, buluşmaları planlamak için yapılan sıradan telefon konuşmalarıdır.
Ben, çok şey paylaşmak ister İvan’la. Geçmişteki sırrını, cinayeti ve sürgünlüğünü anlatmak ister ama anlatmaz, anlatamaz. Kendisini sevmediğini düşündüğü birine -kendisi yaşam boyu sevse de- ne anlatabilir ki? Anlatmak için kapının açık olması gerekir. Kapalıysa duyulmaz. Ve Ben bunu hissetmektedir. Hatta İvan, bir keresinde kimseyi sevmediğini, yalnızca doğal olarak çocuklarını sevdiğini söylemiştir.
Bir umuda bağlanmak, sevi’ye dair, önemsenmeye, umursanmaya dair bir cümle -hakiki bir cümle- beklemek ve bunun için her şeyi yapmak, özcesi taşa bir kalp oldurmaya çalışmak o insanın güçlü olduğunu gösterir. Malina’nın Ben’i güçsüz bir kadın değildir. Kişiliğin kadın yanı, duygu yanıdır. Genel savaşları, yıkımları gördükten ve kendisi de bir aşagılanmayı yaşayıp öldükten sonra aşka inanarak aşkıyla yeniden dirilen, direnç gösteren bir kadındır. Önyargılara, kim ne der’e sırtını dönen, yönünü inandığı duyguya, kalbinin sesine verendir. Dış dünyaya kendini tamamen kapatmıştır. Macar Sokağı ülkesinde her şeyi iç dünyasında yaşamaya başlamıştır. Çünkü dış dünyada yıkım, acı, sinsi ihanetler ve hakaretler devam etmektedir. İç dünyasında İvan’a aşkıyla dirilmekte, iyileşmekte, yeniden gülmektedir. Dış dünya bunları istemeyen hasta bir dünyadır.
İvan beni iyileştirmeye başladığı için, artık dünya, çok kötü bir dünya olamaz.
İkinci Dünya Savaşı gibi dünyanın genelini alt üst eden bir yıkımın içinden çıkarak toprağına bağlı yaşamaya çalışmıştır. Yaşadığı şehirden hiç çıkmak istemez ve çıkmaz da. Yeri gelip de yaşanan gerçeklere umarsızlığının giderek yoğunlaşması, kimin, hangi hanedanın ya da yönetimin elinde olacağına duyarsızlıktandır. Çünkü farkındadır ki, kimin yönetim olacağı, hangi sınırın çizileceği onca kayıptan ve yıkımdan sonra aslında çok da önemli değildir. Bunlar kitapta açık tarih olarak verilmez. Metaforlarla anlatılır.
Bir gün gelecek, insanların altın kırmızısı gözleri ve şaşırtıcı sesleri olacak; o gün insanların elleri yeniden sevme yeteneğini kazanacak ve insanlığın şiiri yeniden yazılmış olacak.
Babayla yaşadıklarını düşleriyle anlatmaya çalışır. Bunlardan birisi, baba tarafından bir gaz odasına hapsedilmesidir. Dünyanın en büyük gaz odasıdır, der. Ve sanki dünyanın en büyük yıkımının, katliamının tefsirini yapmaktadır. İnsan burada kendini savunamıyor. Kitapta hiçbir olaydan, milletten ya da savaştan bahsedilmese de bu düşlerle aslında yaşanan olayları anlatmaktadır. Baba şahsında anlatılan faşizmdir. Ve buradaki gaz odası Yahudi katliamına ışıktır. Babanın yaptığı eziyetler hep düşlerle anlatılır. Kitaplarının alınıp yırtılması, dağıtılması ayrı bir düştür. Yine mavi bir timsahın ağzına girmesi ve sonra babanın buna devam ederek tüm iç organlarının parçalandığını başka bir düş olarak anlatır. Baba tüm eziyetlerinden sonra annesini terkederek başka bir kadınla evlenir. Bu arada annenin babaya karşı sessiz kalmasını, boyun eğmesini de kabullenemez. Ama kendisi de babayı polis geldiğinde ele vermek istemez. Malina burada onu kendine getirmeye çalışsa da o bunu yapamaz.
Zor zamanlarında, babasından ve onun eziyetlerini çağrıştıran durumlardan kurtulmak için Malina’ya seslenmesi, ondan yardım istemesi kendine varma, gücünü koruma ve kendini bulma çabalarıdır. Malina, Ben’in analitik yanıdır. Sen daha akıllısın, sen her şeyi bilirsin hep, bu her şeyi bilmenle beni hasta ediyorsun, der Malina’ya.
Malina Ben’i sürekli uyaran konumdadır. Aklını kullanmasını, duygusallığını yenmesini ister. Adeta bu duygusallık senin beynini yiyecek, demektedir. Ben, babasını ikna edeceğini düşünür. Babanın onu iğdiş edişi o kadar güçlüdür ki kendini ona bakmakla yükümlü görür. Kötülüğün nereden geldiğini ve hatta daha ne kadar kötü olabileceğini anlamaya çalışır.
İsteği yalnızca beni aldatmaktı, ikinci bir çığı da yuvarlıyor… çünkü istediği benim karla öltülmem, beni kimselerin bulamaması.. artık görevimi yerine getiremem, savaşın son bulmasına razı oluyorum. Ben babamın yuvarladığı çığın altında kaldım.
Babamın çılgınlığı yüzünden yandım ve öldüm.
Çoğu insan yaşadıklarının muhasebesini yapmaya çalışır. Bu anlık olur ya da üzerinden zaman geçtikten sonra yapılmaya çalışılır. Kendinden kopmamış insanda daha çok kendini bulmak, kendini anlamlandırmak ve de var etmek içindir. Ben’in Malina ile sohbetleri de bu yönlüdür. Aslında kitabın adı da asıl kahraman da Malina’dır. Ama kitabın ilk bölümünde oldukça siliktir. Kitabın ikinci bölümünden itibaren daha çok ortaya çıkar ve son bölümde tamamıyla etkili olur.
Sanırım onun gözünde dünya, nasıl ise öyle olan bir dünya. Ama yine de zaman oluyor, Malina’dan korkuyorum, çünkü bir insana yönelttiği bakışı düşünülebilecek en büyük, en kapsamlı bilgiyle, insanın hiçbir yerde ve yaşamının hiçbir döneminde edinemeyeceği ve başkalarına da iletemeyeceği bir bilgiyle yoğrulmuş.
Ben, kimi zaman Malina’nın kendisini görmesini istemez. Çünkü henüz kendiyle ve duygularının sürüncemesiyle yüzleşmeye hazır değildir. yaşadıklarının mantığını, genel geçer yanını görmek, kabullenmek istemez. O, bilinçaltında her şeyi kendine özgü, ayrımsı ve acılarının getirdiği boğumla yaşamaya çalışır. Aslında her şeyi kalp gözü ve ağrısıyla yaşayan ve en derin anlamları ve anlamsızlıklarıyla görendir. Bunları kendine –Malina’ya- bile anlatamaz. Sonsuzluğu kimsenin kalbinin kaldırmayacağını düşünür.
Bütün hazların istediği sonsuzluktur.
Aşk, insanı yalnızlıkların en yoğun olanına götürür. Eğer aşk bir esriklik konumuysa, o zaman insan artık dünyada devinmesini sağlayacak hiçbir konumda değil demektir. O zaman dünyayı artık başkalarının gözüyle görmek istemez.
İvan şahsında savaşını verdiği şey neydi ve neyi kaybetti? İnsan ilişkilerinde birbirine gereksinim duyulduğu oranda bir araya gelmeleri ve zaman ayırmaları doğalsıllığına karşın Ben, İvan karşısında bu konuda yenildiğini düşünür. Görüşmeleri gitgide daha da seyrekleşir. Zamanı olmamak, hep çok çalışıyor olmak İvan’ın gerekçesidir. Sadece nasılsın’lara daralan bir ilişkidir artık. Başından beri Ben ile İvan arasında iletişim yoktur. Ama bunu ikisi de sıkıntı yapmaz. İvan zaten varlığı yokluğu umursamazken, Ben tek bir kelimeyle bile mutlu olduğu için bu aşk sadece Ben açısından yaşanır niteliktedir. İvan açısından yaşanabilir nitelikte değildir. Bu en nihayetinde İvan’da bir dışlayıcılığa götürür. Örneğin telefonun çalması bile açmasa, konuşmasa da Ben için olağanüstü çağrışımlar yaptırırken, İvan için sadece birisinin telefon etmesidir.
İvan son derece normal bir erkektir ve erkeklerin çoğu da İvan gibidir.
Bir ölüm, bir kalım, bir cinayetle sonlanır kitap. Yazar, bir kitap çeşitli biçimlerde okunabilmeli, bugün okunan yarın daha değişik okunabilmeli, diye belirtir bir röportajında. Ve çok açıklamalara da girmeden kitabı belirleyenin okur olduğunu belirtir. Malina bir okumayla anlaşılacak bir kitap değil. Hatta yazarın da belirttiği gibi bugün çıkarılan anlamlar, üzerinden zaman geçtikten sonra okunduğunda daha değişik ve yoğun anlamlara ulaşılabilecek bir kitap olduğunu kendi okuma deneyimimde de gördüm.
Kitap üzerine okuduğum incelemelerde özellikle kadınların bu kitabı okumaları salık verilmiş. Kadınlar mutlaka okumalı ama erkekler de okumalı diye bir dipnot düşmek yerinde olur. Sonuç olarak İngeborg Bachmann dünyayla ve hayatla derdi olan incinmiş bir yazar ve kadındır.
Evet, yaşam korkunç bir incinmedir; dünya kötülüklerle doludur ve hastadır; erkekler, umarsız başka hastalardır; aşk, sonsuzluğu ister ama bu nedenle de sonunda yıkıma götürür; faşizm, iki insan arasındaki ilişkide başlar; insanlar birbirlerini yavaş yavaş öldürmektedir; toplum kanlı bir arenadır ve burası öldürülmüş kız çocuklarının mezarlığıdır!
Ben, sürekli bir gün gelecek, diye belirlemelerde bulunur mutlu olduğu ya da mutluluğa uzandığı anlar boyunca. Son sözü yine o söylesin;
Ruhun en güzel yarınıdır, o hiçbir zaman gelmeyen.
Not: İtalik yazılanlar, İngeborg Bachmann’ın Malina ve Bu Tufandan Sonra isimli kitaplarından alıntılanmıştır.
edebiyathaber.net (5 Ağustos 2024)