Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada bir paylaşım düştü önüme. Diyordu ki; “Güya çocuk kitabı didaktik olmazmış, çocuklara akıl verilemezmiş. Bunu kendini bilmez bazıları söylüyor. Yahu delirdiniz mi? Pekâlâ bir kitap didaktik de olabilir akıl da verebilir. Önemli olan neyi nasıl anlattığımızdır. Bazı gazetelerin, dergilerin köşelerini kendini bilmez eleştirmenler almış çok güzel kitapları bile yerden yere vurmak için ve hatta bazen çok kötü kitapları göklere çıkarmak için sözleşmişler. Ne tuhaf…” Dilin rahatsız ediciliğini bir kenara bırakıyorum, çocuk edebiyatının didaktik olmasını asla kabul etmiyorum. Çocuklar kör gözüm parmağına misali, kendilerini uyaran, yön gösteren, kendilerine nasihat eden kitapları sevemiyorlar. Bu yüzdendir ki, Adnan Binyazar’ın şu sözü çok kıymetlidir. “Edebiyat öğretmez ama edebiyatın öğrettiğini de hiçbir şey öğretemez.”
Didaktik kitapları da savunucularını da bir kenara bırakıp anlattıkları ile iletisini paylaşan kitaplardan birine gidelim. “Önce Okullar Kapandı.” Adıyla günümüzü kucaklayan bir kitap bu. Ya da rastlantının böylesi, diyelim.
“Önce Okullar Kapandı” Şafak Okdemir imzalı. Çınar Yayınları etiketiyle. 40. Yılını kutlayan Çınar Yayınları’nı da kutlarım. Aydın Ilgaz’ın yokluğunda buruk bir kutlama olsa da 40 yıl önemli bir süre ve emek.
Şafak Okdemir birçok kitaba imza atsa da benim için adıyla bütünleşen “Nice Nine’nin Zeytini” ve “Büyükannemin Sarı Keçisi”dir. Konusuyla da çizimleriyle de büyüleyici iki kitap. Yazarın doğal yaşam alanlarını tehlikeye atan yıkım projelerine karşı aktif olarak mücadele verdiğini bildiğimden dolayı şunu da söylemek isterim ki, yaşamından beslenerek/ süzerek yazıyor kitaplarını. Kurguyu gerçekleştirmiyor, gerçekleri kurguluyor. Zaten bir yazarın yaşamın dışında kalarak yazması pek de olanaklı değil!
“Önce Okullar Kapandı”da da bir köy resmiyle karşılaşıyoruz. O köyün elinden okulu alındığında geride ne kalır, orada yaşayanlar neler hisseder, okulsuzluğun sonuçları ne olur… gibi konulara dikkat çekmiş yazar. Tabii ki çevre konusunu da bütünleştirerek. Bunu yaparken de bir kere bile ‘ağacı sev, doğayı koru’ gibi kamu spotuvari söylemlerde bulunmamış. O bunları söylememiş ama okuru neyi nasıl yapması gerektiğini satır aralarından açık bir şekilde anlayabiliyor. Bakın şu satırların anlattığını hiçbir didaktik metinle, öğretici öğelerle öğretemezsiniz. “… Yüzlerce yıl önce dedelerin, ninelerin elleriyle yaptığı taş evler hâlâ ayakta ve hayattaydı. Sağını solunu onarır, yaşamaya devam ederdi köylüler. Ta eski zamanlardan beri kullandıkları taş döşeli yolların çoğuna araba giremezdi. (…) Sanki eski zamanların sesleri, kokuları, sabah pusuna sarılmış dolaşıyordu etrafta bu sabah. O eski zamanlarda, kendisi çocukken, köyden hiç çıkmadan rahatlıkla hayatlarını sürdürebildikleri günleri düşündü yine. Yaşamak için ne gerekliyse hepsine sahiptiler. İhtiyaçları olan her şeyi üretiyordu köylüler…”
Şafak Okdemir’i okuyup da anlattığı yaşama imrenmemek elde değil. Göz alıcı renklerle bezediği çizimleri de adeta vurgu yapıyor, pekiştiriyor.
Edebiyatın sıcaklığına, samimiyetine, güzelliğine sığınarak diyorum ki; çocukları didaktik metinlerden, parmak sallayan yazarlardan uzak tutun. Dilin, anlatımın nahifliğinin kollarına bırakın.
edebiyathaber.net (6 Mart 2023)